 |
İntikam |
Okan’ın yapması gereken sadece bir hamle
kalmıştı. Biliyordu, onu da gözünü kırpmadan yapabilirdi. Yalnız bir sorun var
gibiydi. Nedense kendine hâkim olamıyordu. Hâlbuki her şeyin kendi ellerinde
olduğunu gayet iyi biliyordu. Saçma sapan aşk duygularına kapılmış olamazdı
herhalde? Ya da bunun gibi bir şey? Şu ana kadar hesapladığı tüm adımları doğru
düzgün attığı için, şu saatte kendinden de şüphelenemezdi. Zaten böyle bir
lüksü de yoktu.
O, hâlâ yatağında mışıl mışıl uyuyordu. Uzun
zamandır yüzüne kilitli bir vaziyetteydi. Onu huşu içinde izlemekle meşguldü.
Sonra anlamlandıramadığı bir şey oldu.
“Ne kadar da güzel uyuyorsun. Az önce boynuma
sarılıp uyurken, kokunu içime çekiyordum. Yüzünden akan masumiyet nasıl da bana
ket vuruyor,” dedi. Bir anda yatağın kenarından fırladı. Elini başına vurdu.
“Ne? Sen ne diyorsun be aptal! Yoksa içimdeki
ses mi bunları söyledi? Ben bunları düşünüyor olamam.”
Evet, içindeki ses durmak bilmiyordu. Dün
geceden beri susmak da bilmemişti. Yatak odasında bir o yana bir bu yana gidip
gelmeye başladı. Hemen aklına örümcekleri getirdi. Zora girdiğinde ilk aklına
getirdiği şey örümceklerdi. Ne güzel ağ örerdi onlar. Dünyaya üzerinde olmayan,
benzersiz bir terzi gibiydiler. Avlarını yakalamak için ördükleri ağlar, hiçbir
makinenin üretemeyeceği kadar kaliteliydi. Sabırla örerlerdi, sabırla! Sonra da
hoop, avları düşerdi ağa. O ağa düşen hiçbir canlı, canlı olarak kalamazdı.
Eninde sonunda örümcek tarafından öldürülürdü. Çünkü amaç oydu.
Ayakları çıplaktı. Henüz saat sabah 06.00’yı
gösteriyordu. Pantolonunu giymişti ama üzerine giydiği gömleğinin düğmelerini
daha iliklememişti. O ise hâlâ uyuyordu. Yüzünde öylesine masumca bir gülümseme
vardı ki, dün gece beraber geçirdikleri aşk dolu saatlerden kalma olmalıydı.
Bütün gece söylediği sözler, bir kadını baştan çıkarabilecek, ayaklarını yerden
kesebilecek, kalbini titretebilecek ve hatta midesine bir kelebek kolonisini
sürebilecek türden şeylerdi.
Bir ara ciddi ciddi düşündü. Yine dayanamayarak
yatağın kenarına sinerek oturdu. Farkındaydı, gözleri kaçamak da olsa ona
bakıyordu. Kıpkırmızı dudaklarına kilitleniyor, ardından uzun kirpiklerine,
daha sonra da küçücük yüzüne dalıyordu.
“Yapacağım şeyi gerçekten hak ediyor mu?”
Dikleştirdiği göğsü bir anda fos diye söndü.
Midesine giren krampla birlikte, dudakları titremeye başladı. Sonuç ne olursa
olsun, acı bir gerçek vardı. Bütün bu yaşanan hengâme, onun içinde biriktirdiği
intikam için yapılmıştı. Ve sonunda almak için dört takla attığı intikam
oyunlarının sonuna gelmişti. Ya şimdi son darbeyi atacaktı, ya da şuracıkta fıs
diye sönecekti.
İçindeki saftiriğe kanmamalıydı. Ne diye sürekli
konuşup duruyordu ki? Sanki o değil miydi aylarca acı çeken? Şimdi de aklını
karıştırmaya çabalıyordu, geri zekâlı!
Yutkundu. Gözlerini kısarak şöyle bir etrafına
bakındı. Odanın içi darmadağınık haldeydi. Dün gece nasıl geldilerse, her yerde
eşyaları vardı. Aslında yapılacak tek bir şey vardı. Tek sorun, sadece o
darbeyi indirip indirmeme konusunda çelişkiler batağında debelenmesiydi.
Yenilmek mi üzereydi yoksa? Hayır! Yatağın
kenarından usulca kalktı. Hızlıca gömleğinin düğmelerini ilikledi ve sonra
pantolonun kemerini bağladı. Gömleğinin eteğini pantolonun içine sokarken,
Beyza’nın çantasının nerede olduğuna bakındı. Yatağın diğer yanındaki berjerin
üstünde duruyordu. Hemen çantanın yanına gitti. Beyza’nın cüzdanını çıkardı,
içini açtı. Bir anlık Beyza’nın gülümser vaziyette yatan yüzüne göz ucuyla
bakmaya başladı.
“Zavallı,” dedi içinden. “Zavallı kız. Benim
gibi bir adamla birlikte olduğun için çok üzüleceksin ama yapacak bir şey yok.
Senin kaderin de böyleymiş, ne yapalım!”
Cebinden küçük bir poşet çıkardı. Ağzı kilitli
bir poşetti. Avucunun içinde tutup, kısa bir an poşete baktı. Poşetin içinde 5
gram eroin vardı. Çarçabuk o poşeti Beyza’nın cüzdanının bozuk para kısmına
yerleştirdi. Fermuarını da çekti. Cüzdanı özenle çantanın içine koydu.
Ayaklarının ucunda etrafta kendisiyle alâkalı bir şeylerin olup olmadığını
kontrol etti. Ona ait ne varsa dikkatlice yok ediyordu. Sigara izmaritlerini topladı.
Islak mendilleri aldı. İçki içtiği bardağını mutfakta deterjanla yıkadı.
Dokunduğu her yeri sildi. Üstünü başını aldı. Montunu giydi. Her şey tamamdı.
Kendisinden geriye artık bir kıl bile kalmamıştı. Mutfaktaki çöp poşetinin
içine doldurduğu artıkları koltuğunun altına sıkıştırdı.
Çoraplarını giyerken ayaklarının portmantonun
üzerine koydu. Ayakkabılarını eline aldı, sessizce dış kapıyı açtı. Elleriyle
ses çıkarmamak için çaba sarf ediyordu. Ayakkabılarını paspasın üstüne yavaşça
yerleştirdi. Son kez Beyza’ya bakmak için geri döndü. Hâlâ uyuyordu.
Yatak odasının kapısında durdu. O an, zaman
durmuş gibiydi. Bakışları ona yoğunlaştı, gözlerinin önünden dün gece
yaşadıkları geçiyordu. Son kez içine odanın kokusunu çekti, bu sefer nedensizce
içi burkularak gülümsedi. Normalde bu gülümseme hainlik içerirdi. Ama şimdiki
öyle değildi. Ne olursa olsun her şey devam etmek zorundaydı. Hızla dış kapıya
yöneldi. Ayakkabılarını giydi, tam kapıyı çekiyordu ki içeriden bir ses duydu.
“Sevgilim, neredesin?”
Bir anlık, ufak bir duraksama yaşadı. Bu
Beyza’nın uykulu sesiydi. Uyanmıştı, hemen buradan uzaklaşmalıydı. Ses
duyulmasın diye eliyle kapıyı tuttu. Yavaşça kapıyı kapattı ve usul usul,
hiçbir şey olmamış gibi merdivenleri inmeye başladı.
Apartmanın kapısından çıkarken, bu sefer koşar
adımlarla yürüyordu. Hemen karşı kaldırıma yöneldi. Beyza’nın evinin olduğu
sokak sessiz sakin bir yerdi. Her yer ağaçlarla çevriliydi. Okan’ın sol yanında
çocuk parkı vardı. Kafası önünde yürürken parka gözü ilişti, parkta güvercinlerden
başka kimsecikler yoktu. Adımları gittikçe hızlanıyordu, içgüdüsel olarak
kafasını çevirip arkasına baktı. Birden gözünü yukarıya çevirdi. Beyza’nın
oturduğu apartman katına bakıyordu. Henüz camda belirmemişti. Soluğunu
arabasını park ettiği ara sokakta aldı. Arabasını görür görmez, adımlarını
kocaman kocaman atmaya başladı. Nihayet arabasının kilidini açtı, kapısına
elini götürdü ve tek bacağını içeriye soktu.
Çok ilginç bir duyguya kapılmaya başlamıştı. İnce ama çok derin bir duyguydu. Vazgeçti, diğer bacağını da arabanın
içine soktu. Kapıyı hızlıca çarptı. Kontağı çalıştırmadan evvel, birini araması
gerekiyordu. Çünkü dünden beri ondan haber bekleyen biri vardı. Kesin ondan
şüphelenmiştir de! Elini montunun cebine attı, çıkardığında cep telefonu
parmaklarının arasındaydı. Şifresini girip, arayacağı kişiyi buldu. Ön cam
hafiften buğulanıyordu. O kadar derin ve hızlı nefesler alıp veriyordu ki,
camın buharının üzerine “imdat” yazsa gören olur muydu ki?
Planının üçüncü ve en can alıcı kısmına geldi.
Telefon edecek, narkotik şubeden ekipler gelecek, Beyza’nın evine baskın
düzenlenecek, bütün komşuları başına üşüşecek, sonra o hengâmede evi didik
didik aranacaktı. Polisler cüzdanındaki eroini bulunacak ve en sonunda Beyza,
Okan’ın planladığı sona doğru, ellerinde kelepçelerle yürüyüp gidecekti. Evet,
aynen böyle olacaktı. Telefonun ekranına baktı.
“Son kararın mı?” dedi içindeki ses.
“Evet, son kararım,” dedi Okan.
“Peki ya ben?” dedi içindeki ses.
“Sen mi? Ben senin yüzünden yapıyorum bütün
bunları,” dedi Okan sinirle.
“Hayır, sen beni bir an bile dinlemedin.
Beyza’nın suçu yok ki. Bütün suç senin,” dedi içindeki ses.
“Sen ne diyorsun ya! Ne saçmalıyorsun? Beyza
bunları hak etti. Bunları o canımı yakmadan önce söyleyecektin. Sanki 1 sene
önce geceleri ağlayıp zırlayan sen değildin?” dedi Okan haklı olarak.
Telefonun ekranı otomatik olarak kapandı. Hiç
fark etmemişti. Deli gibi kendi kendine konuşup duruyordu. Birden eli arabanın
kapısına gitmeye başladı.
İçindeki ses yine beynini kemirmeye başladı.
“1 sene önce yaşadığım acıları en derinime kadar
yaşadım, hâlâ o yara kapanmadı. Yaramı kapatmak için, bana bu kadar yakın
olduğu zamanı mı kolladın? Bak, işte istediğin gibi her şeyi başardın. Daha ne
istiyorsun?”
Okan, otomobilin kapısını bilinçsizce açmaya
başlamıştı. Kapı azıcık aralandı. Ne yapıyordu böyle? Kurduğu bu tuzaklı yol
onun eseri değil miydi zaten. Beyza en yakın dostunu severken, o Beyza’ya âşık
olmamış mıydı? Onun dikkatini çekebilmek için bir bordo bereli asker gibi
aklını da gönlünü de kazanmak için savaş vermemiş miydi? En sonunda onları da
ayırmayı başarmıştı üstelik. He, şimdi o günlerde yaşadığı acıların sorumlusu
olarak Beyza’yı görüyordu, o ayrı. Gerçi Kemal için uyguladığı o acımasız plan
da haksız değildi, en azından Okan böyle düşünüyordu.
Asıl şimdi vicdanının sesini duyuyordu. Kapıyı
iyice açtı. Dışarıya bir adım attı. Öylesine bir duvara çarpmıştı ki, artık
geri dönüşü olur muydu kendisi de bilmiyordu. Kapıyı kilitleyerek koşmaya
başladı. Ciğerleri patlayacak gibi olmuştu ama o durmuyordu.
“Hamarat Apartmanı” nın önüne geldiğinde, elinde
sıkıca tuttuğu telefonu acı acı çalmaya başladı. Arayan O’ydu, yani amiri.
Telefon ısrarla çalarken, o apartmanın kapısına dayanmıştı. Kapının camından
yansıyan yüzüne baktı. Allak bullak görünüyordu. Telefonu çalıyor, o hâlâ
vicdanının onu sürüklediği dibe doğru gidiyordu. Artık telefonu açmak
zorundaydı. Eli istemsizce “Evet” e dokundu.
“Buyurun amirim”
“Okan, neredesin oğlum sen? Senden haber
bekliyoruz burada. Bizi telefonun başına diktin. Baskına başlıyoruz değil mi?”
dedi.
Okan’ın alnından süzülen soğuk terler, kalbinin
neredeyse durmak üzere oluşu, vücudunun parkinsonlu bir hasta gibi titremesi,
amirine yalan söyleyeceğinin işaretiydi.
“Şey, amirim… Şu anda baskın yapabileceğiniz bir
durumda değil. Ben…”
“Lan oğlum delirdin mi sen? Ne demek baskın
yapılacak durum yok! Dalga mı geçiyorsun lan sen benimle?”
“Hayır, amirim ne dalga geçmesi. Ben…”
“Ne ben ben ben… Sen ne!”
Okan artık bir karar vermeliydi. Ya buradan silinecekti,
ya da oradan. Ya kalbinin sesini hissedecekti, ya da aklının. Aklı ona diyordu
ki, “Bırak Beyza cezasını çeksin. Sonuçta onun yeri cezaevi. Kemal’le birlikte
yaptıkları âlemler yüzünden az mı canın yandı. Sen ipini çekmesen zaten bir gün
kendi ipini kendi çekecek. Ya şimdi, ya da hiç!”
Kalbi ise çok farklı frekanstan konuşuyordu.
“Beyza suçlu değil Okan. Onu bu bataklığa Kemal itti. Kız ondan kurtulmak için
çok çabaladı. Üstelik Kemal’in polis olduğunu bile bilmiyordu. Sen de
biliyorsun, her şey senin gözünün önünde oldu. Sonuçta seninle birlikteyken hiç
kötü bir alışkanlığı oldu mu? Hayır! Kemal cezaevinde yatıyor, hem de senin
sayende. Narkotik polisinin eroin pazarlamacısı olduğunu ortaya çıkardın. En
azından 20 yıl orada yatacak. Başka kimseyi de zehirleyemeyecek, buna Beyza da
dâhil. Beyza ondan kurtulduğu günden beri doğru düzgün bir hayat sürüyor. Şimdi
değil Okan, şimdi değil.”
“Amirim, ben poşeti dün gece kulübünde
düşürmüşüm. Sabah uyandım, ceplerime baktım ama bulamadım. O panikle uyanır uyanmaz
evden çıktım. Dün gece eğlendiğimiz mekâna gidip poşeti alacağım. Bugün
operasyon iptal, kusura bakmayın,” dedi.
Amir şoka girmişti. Telefonun diğer ucundan ses
seda gelmiyordu. Şimdiye dek Okan’ın böylesine aptalca bir vukuatı hiç
olmamıştı. Okan gibi tecrübeli bir baş komiser böylesine çocukça bir hata
yapabilir miydi?
“Alo, amirim? Duydunuz mu beni?”
“Yeme lan beni, sen kimi kandırıyorsun sersem!
Neyin peşindesin Okan? Sen değil miydin bu kızı kodese tıkalım amirim, çeksin
cezasını zilli diyen, ha? Şimdi ne yalanlar sıkıyorsun bana? Bana bak, evin tam
karşısındaki durağın yanındayız. Siyah minibüste seni bekliyorum, çabuk buraya
gel. Alacağım façanı aşağıya, hadi çabuk!”
Telefon çat diye Okan’ın yüzüne kapandı. Nasıl
fark edememişti minibüsü, kendisine hayret etti. Okan boğazında biriken
tükürüğü sessizce yuttu. Tükürük yavaş yavaş yutağından geçerken, sakince
arkasını döndü. Evet, siyah minibüs tam da amirinin söylediği noktada
bekliyordu. Yapacak bir şey yoktu, ya oraya gidecekti ya da amir söylediklerinin
yalan olduğunu çakıp, bir anda Beyza’nın evine polisleri dolduracaktı. Ağır
adımlarla minibüse doğru yürümeye başladı. Kapının önünden ayrılırken, elini
pantolonun cebine koydu. Kendinden emin görünmek zorundaydı. Ustalığını ve
hünerini gösterebilmek için, hemen hızlı bir modda haleti ruhiyesini
değiştirmeye başladı. Karşı kaldırıma vardığında, sokağın üst kısmındaki ve
köşesindeki polis ekiplerini fark etti. Bu kadar da kör olamazdı. Az önce
çıktığında niye görememişti ki onları? Amir, emniyetteki en başarılı polisleri
buraya yığmıştı. Karşı kaldırımda durup onlara doğru baktı. Köşede bekleyen
ekip otosunda devresi Engin’i gördü. Elinde telsiziyle Okan’a sorgulayan bir
gözle bakıyordu.
Okan onu umursamadı. Adımlarını sıklaştırarak
amirin olduğu siyah minibüse doğru yürüdü. Minibüsün yanına geldiğinde birden
sürgülü kapı açılmaya başladı. Tam ayağını atıp içeriye girecekti ki, birisinin
ona bağırdığını duydu.
“Okaaan…”
İçinden, “Bu ses?” demişti ki, amiri hemen
atladı.
“Bu senin zilli değil mi?”
Okan kalbinin yerinden çıkacağını hissetti.
Çabucak arkasını döndü. Apartmanın kapısında durmuş Okan’a bakıyordu. Üzerinde
siyah bir kot pantolon ve Okan’ın çizgili gömleği vardı. Dışarısı soğuk olduğu
için, ellerini göğsünün üzerinde birleştirmişti. Saçlarını gelişi güzel
tepesinde toparlamıştı. O kadar güzel görünüyordu ki, içi acıyarak ona
bakakaldı. Göz göze geldiler. Beyza, Okan’ın ona baktığını fark edince, eliyle
“Gel” işareti yaptı.
Okan ne yapacağını bilemiyordu. Amiri koltuktan
onu izliyordu. Kapı tamamen açılmamıştı, yarım bırakılarak duraklatılmıştı.
Amir Okan’ın bütün mimiklerini kontrol altına aldı. Okan da bunun farkındaydı.
Amirine döndü, “Ne yapayım?” diye sordu soğukkanlılıkla.
Okan’ın gözlerinin içi bir yılan kadar soğuk
görünüyordu. Yüzünde hiçbir mimik belirtisi yoktu. Elleri ve kolları kontrolü
altındaydı. En azından içinde kopan fırtınaları amirine belli edecek, hiçbir
yamuğu olmadı. Çok kontrollüydü, amirinin onu göz hapsine aldığını ve yapacağı
her hangi bir harekette onu alaşağı edebileceklerini biliyordu. Amirinin keskin
gözlerine baktı. Minibüsün içindeki iki keskin göz, ona “Hadi git ve devam et…”
dedi.
Amirinin el hareketi, hiç çaktırma ve işi bitir
demek anlamına geliyordu. Okan da itaat edercesine başını salladı ve geri
döndü. Sokakta konuşlanmış ekip otolarına bakarak Beyza’ya doğru yürümeye
başladı. Ekip otolarındaki komiserlerin aynı anda telsizlerini ellerine alıp,
ağız hizasına getirmeleri bir oldu. Bu da şu anlama geliyordu; Bugünkü
operasyon iptal oldu. Okan içinden kocaman bir oh çekebilirdi.
Beyza’ya yaklaştıkça, yüzünde beliren kocaman
gülümsemeye odaklandı. Okan yaklaştıkça, o da kollarını ona dolamak için iyice
açıyordu. Kaldırım taşının üzerinden bir çırpıda atlayarak, kendini Beyza’nın
kollarına bıraktı. Ona öyle sarıldı ki, nasıl unuttuğunu anlayamadığı çizgili
gömleğinin içine hiçbir şey giymediğini fark etti. Soğuktan dikleşmiş göğüs
uçlarını hissediyordu. Beyza yanağını Okan’ın yanağına dayadı. Sanki onu
kokluyor gibiydi. Okan’ın kafasından sesler yükselmeye başladı.
“O gömleği 2 gün önce dolapta bırakmıştın.
Almayı nasıl unutursun?”
Birden Beyza onun elinden tutup, apartmanın
içine çekti. Kapıyı da kapattı. Gözlerine bakarken, göz bebeklerinin büyüdüğü
çok rahatlıkla görünebiliyordu. Aşkla ve şehvetle bakıyordu. Okan dayanamadı,
tekrar Beyza’ya sarıldı. Az önce yaşadığı kâbus dolu dakikaları unutmak
istiyordu. Tam da bu esnada, “Operasyon çöpe gitti değil mi?” diye bir soru
geldi.
Okan’ın kalbi zembereği fırlamış saat gibiydi.
Sanki on bin fit yukarıdan aşağı çakıldı. Beyza’nın omuzlarından tutup
gözlerine baktı. Bu kız ne diyordu böyle? Gözlerinin içindeki çocuksu korkuyu
görebiliyordu. Kıpkırmızı dolgun dudakları aşağıya sarktı. Upuzun kirpikleri,
Okan’ın vereceği cevaba hazırlanır gibi gözyaşlarını tutuyordu. Bir kelime
söylese, karşısındaki kız tir tir titreyen vücudunu soğuk karo taşlarına
bırakıverecekti. Okan’ın beyninden aşağıya kaynar sular dökülüyordu.
Beyza onun polis olduğunu nereden biliyordu ki?
Ya da operasyonu? Okan, yine usta olduğu yalancılığını konuşturmalıydı. Bütün
emniyette, söz ve mimiklerini çok iyi kullanmasıyla ünlüydü. Yalancıları çok
iyi tanırdı ama kendisi de inanılmaz yalan söyleyebilirdi. Fakat bu kez, her
nedense vücuduna hâkim olmakta zorlanıyordu!
“Ne?” diyebildi sadece. Beyza’ya söylenebilecek
en iyi zaman kazanma kelimesi değildi elbette.
Beyza titreyen dudaklarına hâkim olmaya
çabalayarak, “Senin polis olduğunu biliyorum,” dedi.
Okan onu ters köşeye yatırmalıydı. Çünkü şu anda
kendisi ters köşeye yatmıştı. O heyecanla aklına ilk gelen şeyi yapacaktı. En
iyi yöntem kışkırtma yöntemi olabilirdi. “Nasıl yani, benim polis olduğumu mu
düşünüyorsun?” diyerek tiz bir kahkaha patlattı. Bir iki adım geriye gitti ve
ellerini beline koydu. Bu bir meydan okuma şekliydi. Kaşlarını alabildiğine çatarak,
sorgulanan kişiyken sorgulayan kişi konumuna yükselmenin derdindeydi.
Karşısında şaşkınlıkla onu izleyen Beyza’nın ne düşündüğünü anlamaya
çalışıyordu. Eğer onu anlayabilirse, işi biraz daha kolay olabilirdi. Bu sırada
adrenalini yükselmeye başlıyordu. Anladığı kadarıyla Beyza’nın kafası karışmış
gibi görünüyordu. Evet, şimdi ikinci aşamaya geçebilirdi.
“Sen benimle dalga mı geçiyorsun küçük kız?” dedi
hesap sorar gibi.
Beyza ise onu garip garip izledikten sonra,
eline yapıştı ve asansöre bindirdi. Okan neye uğradığını şaşırdı. Ellerini yine
göğsünde birleştiren Beyza, suratına sanki hiç onu tanımıyormuş gibi bakıyordu.
Çok geçmeden dairesinin olduğu 3. Kata geldiler. Beyza kapıyı açtı ve Okan’ın
eline yapışarak onu evine soktu. Elini bırakmadan birlikte yatak odasına doğru
yürümeye başladılar. Okan neyle karşılaşacağını düşünüyordu. Ya bu deli kız
yine sevişmek istiyordu, ya da…
Yatak odasına girdiklerinde birden Beyza durdu
ve Okan’ın elini bıraktı. Uzun dalgalı saçlarındaki tokayı çıkardı. Saçlarını savurarak
odanın tam ortasına geçti. Okan hâlâ kapının eşiğinden biraz içeride duruyordu.
Sanki neyle karşılaşacağından korkar gibi bir hale büründü. Karşılıklı durmuş
birbirlerine bakıyorlardı. Okan bu duruma daha fazla dayanamadı.
“Beyza, sen iyi misin? Ne yapmaya çalıştığını
anlamıyorum,” dedi.
Beyza tükenmiş gibi bir yüz ifadesiyle, elini
çantasına attı. İçinden cüzdanını çıkardı. Bir iki adım atarak Okan’ın önünde
dimdik durdu. Sonra Okan’ın gözlerinin içine bakarak, bozuk para gözünü açtı.
Okan artık neyle karşılaşacağını çok iyi anlamıştı. Yutkunmamak için kendisiyle
mücadele veriyordu. Ya vücudunun titremesine nasıl engel olacaktı? İşte o an…
Beyza bozuk para gözünden küçük kilitli poşeti çıkardı. İki parmağının arasına
alıp, Okan’ın burnunun dibine sokarak sallamaya başladı.
“Bu poşeti neden buraya koyduğunu biliyorum,”
dedi.
Okan, gözlerini kaçırmadan ona bakıyordu.
Karşılıklı birbirlerini izliyorlar, bir saniyelik mimik hareketini bile
kaçırmak istemiyorlardı. Okan’ın aklı yine konuşmaya başladı.
“Sen bu kızı fazla hafife almışsın oğlum.
Baksana, her boku biliyor bu!”
Tek kelime etmedi. Ellerini ceplerine koydu ve
başıyla Beyza’ya “konuş konuş” işareti yaptı. İçinin yerle bir olmuş halini
anlamasın diye de yüzüne Beyza’yı umursamıyormuş gibi alaycı bir gülümseme
yerleştirdi. Beyza hâlâ onun gözlerine bakıyordu. Sonunda dayanamadı.
“Ne oldu, konuşamıyorsun değil mi? Çünkü
aşağıdaki amirinin karşısında da aynı duruma düşmüştün.”
Bu kez Okan iyice yerin dibine girdiğini anladı.
Nasıl olabilirdi ki bu? Beyza’nın bunları bilmesine olanak yoktu. Hatta
imkânsızdı. Son dakikaya kadar kendisini ele de veremezdi. O yüzden, ne kadar
zor durumda olursa olsun her şeyi inkâr etmek zorundaydı.
“Beyza… Sen ne dediğinin farkında bile değilsin.
O elindeki şeyi…” Okan daha cümlesini bitirememişken Beyza boğazını
yırtarcasına bağırmaya başladı.
“Kes! Kes artık tamam mı? Ben belki 21 yaşında,
sana göre saftirik bir kız olabilirim ama senin bana oynadığın oyunları
göremeyecek kadar da kör değilim! Şimdi defol git evimden. Bir daha da karşıma
çıkayım deme!”
Okan şok geçiriyordu. Elleri çoktan ceplerinden
çıkmış, kendini korumaya almıştı bile. İçgüdüsel olarak Beyza’yı durdurmaya,
onunla ufak da olsa bir temas kurmaya çalışıyordu. Şimdi içindeki sesten gık
çıkmıyordu, çünkü kalbi asıl şimdi yanıyordu. Üstündeki tortular, yavaş yavaş
dibine çökmeye başladı. Gözleri ağırlaştı, ağırlaştı. Etraf kararmaya başladı.
Aklındaki sesin son sözlerini duydu, “Bu şekilde olmamalıydı, ben böyle olsun
istemedim…”
Aradan 4 saat geçti. Okan gözlerini açtığında
mint yeşilli koltuğun üzerinde boylu boyunca uzanıyordu. İyice doğruldu,
kendini bitkin hissediyordu. Burası Beyza’nın eviydi. Ama o neredeydi?
Hemen ayağa kalktı, çabucak yatak odasına girdi.
Orada yoktu. Mutfağa doğru giderken ortalığa seslendi, “Beyza, Beyza
neredesin?”
Arkasındaki ayak seslerini duydu, bir anlık
refleksle arkasını döndü. Beyza, tam da karşısında duruyordu. Üstünü başını
giymiş, saçını özenle fönlemiş, makyajını yapmış kendine gelmiş görünüyordu.
Okan’ı delirten parfümünü de sıkmıştı. Küçücük, beyaz yüzünün masumluğu daha da
belirginleşmişti. Birbirlerinin yüzüne uzun uzun baktılar. Beyza şu ana kadar
hiç görmediği bir ifadeyle Okan’a bakıyordu. Hissiz, donuk, katı, hayal
kırıklığına uğramış ve nefret edercesine. Okan’ın içindeki ses yine konuşmaya
başladı.
“Sen bu kızı kaybettin Okan! Kaybettin… Bas git
oğlum bu evden.”
Hayatında ilk defa böyle bir duyguya yeniliyordu.
Oysa duygu denilen şeyleri hep kendisi kontrol etmişti. Hiçbir zaman
duygularının kölesi olmamıştı. Bu yaşadığı şeylerin Allah’ın ona verdiği büyük
bir ceza olduğunu düşündü. Allah, bu zamana kadar kalbini kırıp gittiği
insanların intikamını alıyordu. Gözlerinin dolmasına engel olamadı. 30 yaşına
kadar hiç böylesine delice sevdaya tutulmamıştı. Kalbi öylesine katıydı ki,
şimdiye kadar hiçbir kadına Beyza’ya hissettiği gibi bir şey hissetmedi. Ama
gururuna yenildi. Kendine yenildi. Hiçbir şeyden emin olamamasına,
güvenememesine, şüphelerine ve kıskançlıklarına yenildi. Aslında Beyza’yı
değil, kendini pusuya düşürdü. Kendi kalbine kurşun sıktı. Artık onun gözlerine
bakmamalıydı, bakamazdı da. Sadece ona bir tek soru sormak istedi.
“Nerden biliyorsun bunları?”
Beyza o kadar kendinden emin duruyordu ki, ava
giderken avlanan Okan’ın kendini nasıl bir hale soktuğunun farkındaydı. Canını
bastıra bastıra, kanata kanata yakmak isteyen Okan’ın içini görebiliyordu.
Ondan kurtulmak için, sırf gözü Beyza’yı bir daha görmesin diye göndermek
istediği cezaevini de biliyordu. Kendisini usta bir poker oyuncusu zanneden Okan’ın,
mimiksiz, hissiz, duygusuz, numaracı, canının istediği bütün kadınları,
yakışıklılığını kullanarak, usta yalanlarıyla yatağa atmayı başarabilen şu
zavallı adamın, her gece kendisi için içtiğini ve zırıl zırıl ağladığını da
biliyordu. Kemal denilen hokkabazı kendisinden uzaklaştırmak için ne oyunlar
oynadığını, onu ceza evine tıktırmak için Beyza’yı kullandıklarını da
biliyordu. Kemal ceza evine girmişti ama sırf Beyza’dan intikam alabilmek için,
onu da içeri tıkmanın peşindeydi. Bahanesi de belliydi, Kemal’in sattığı
eroinden iki kere kullanmış olması ve onunla ilişki yaşadığını düşünmesi. Neyse
ki, Kemal’in ona yazdığı mektupla ceza evine ziyarete gitmiş ve her şeyi ondan
öğrenmişti. Kemal, ilk önce kendisinin narkotik polisi olduğunu itiraf etmişti.
Sonra Okan’ın da polis olduğunu, Beyza’yı deli gibi sevdiğini, ikisini hastalık
derecesinde kıskandığını, aralarında bir ilişki olduğuna inandığını, gözünü kör
eden intikam hırsıyla her türlü belayı başına açabileceğini söylemişti. Yani
kısacası Beyza her şeyi biliyordu. O günden beri de Okan'ın her hareketini
izliyordu.
Okan'ın en büyük yanılgısı, gözünü kör eden aşkı
ve intikam duyguları olmuştu. Beyza'nın her şeyi bildiğini ve onu izlediğini
anlayamamıştı.
Derin bir nefes çekti ve yavaşça dışarı verdi. Mutfak
kapısının önünde ayakta durmaya çalışan adama baktı. Gözünü kırpmadan saatlerce
ona bakan adam, suçluluğunu kabul edercesine yüzüne bile bakamıyordu. Galiba
bugün gerçek anlamda bir kadın olmuştu. Ona bu duyguyu Okan yaşatmıştı. Kalbini
paramparça etmek için yeminler eden adama bağırmak istiyordu, avazı çıktığı
kadar bağırmak. Ama yapamadı. Sesi titreyerek ona cevap verdi.
“Bundan sonra karşındakini aptal yerine koymadan
önce, arkanda bıraktığın izleri iyi temizle. Bu da sana ders olsun. Bir daha ki
sefere canını acıtmak isteyeceğin birini bulursan, benim kadar sevenini bulma,
tamam mı?”
Okan, çocuk gibi kalakalmıştı. Ne yapacağını, ne
diyeceğini bilemiyordu. Ağır ağır bakışlarını ona çevirdi. Utangaç, mahcup ve
pişmanlık dolu bir ifadeyle son kez Beyza’ya baktı. Gözlerinin içine kan
oturmuştu. Usul usul gözlerinden gözyaşları damlıyordu. Okan bir iki adım attı,
Beyza'nın gözlerinden süzülen yaşları silmeye yeltendi. Ama Beyza geri adım
atarak, eliyle ona durması için işaret yaptı.
"Dur, bana dokunmanı istemiyorum. Bırak
tamam mı, beni bırak. Vazgeç artık. Çünkü ben öyle yaptım.”
Okan nefessiz kaldı. Hareket edemiyordu.
Çınlamaya benzer sesler duyuyordu. Birden yer ayağının altından kaydı. Eliyle
duvarı aradı, tutunmak zorundaydı. Çünkü ensesine yayılan ağır bir yük onu
aşağı çekiyordu. Ağzının içinde pas gibi, demir gibi bir tat hissetti. Yavaş
yavaş dizlerinin bağı çözüldü, ilk önce sol dizinin zemine çarptığını
algılayabildi, sonra sol eliyle duvardan tutunma isteği… Uzaklardan, çok
uzaklardan sesler geliyordu. Midesinin suyu yutak borusuna kadar çıktı. Kusmak
istedi ama artık çok geçti. Sesler artık çok yakından gelmeye başladı.
“Hayır, Okan… Beni bırakma! Yalvarıyorum sana,
ne olur kendine gel. Seni çok seviyorum, beni bırakma Okaaannnn…”