28 Ekim 2019 Pazartesi

Ahit Sandığı Gerçekleri


Eminim çoğunuz günlük yaşantınızda internette aramalar yaparken, youtube kanalında videolarda, tv ekranlarındaki tartışma programlarında, gittiğiniz kitapçılarda muhakkak görmüş, duymuş ya da merak etmişsinizdir. Bilhassa ezoterik bilgileri merak edenleriniz bu konuyu bir şekilde didiklemiştir. Bu iki kelime ortaya çıktığında nedense insanlarda ya bıkkınlık (aşırı duymaktan) ya da merak uyandırıyor. Çünkü son zamanlarda bu iki kelime sürekli dile getirilir oldu. Hangi iki kelimeden mi bahsediyorum? Ahit Sandığı tabii ki…

Ne olduğuyla ilgili birçok kişi fikirler öne sürüyor, çıkarımlar, hipotezler ortaya atıyor. İnsan düşünmeden edemiyor. Durup dururken ahit sandığıyla ilgili bu kadar program, konuşma ya da yazı neden yapılıyor? Bu “şeyi” gören olmadığı için benim ve birçok insana göre hayali bir şeymiş gibi geliyor. Yahudilerin tarihini inceleyen, merak eden herkes muhakkak Ahit Sandığı’nı duymuş ya da okumuşlardır. Çünkü anlattıkları bütün din hikâyesinin ana karakteri aslına bakarsanız odur. Musa’nın halkıyla birlikte Mısır’dan kaçması, 40 sene çölde kalmaları, orada yaşadıkları maceralar, Hz. Harun, Hz. Süleyman, Hz. Davud ve diğer tüm anlatılarda ille de ahit sandığı geçer. Fakat anlatılan hikâyelerin gerçek olup olmadığıyla ilgili hiç kimsenin bir fikri yoktur. Kutsal olarak addettikleri kitaplarda yazan anlatılarda ahit sandığının olduğunu iddia ederler. Çünkü “inanırlar” inandıkları için de sorgulamazlar. Ne olduğunu asla görmedikleri ama var olduğuna inandıkları bir nesneye iman ederler. M.Ö 587 yılından beri kayıp olduğunu iddia ederler. Yaklaşık 2500 yıldır yok olan bir şeyin bir gün Mehdi tarafından bulunacağına, mehdinin gelip dünyayı kurtaracağına iman ederler.

Peki, nedir bu ahit sandığı? Ne zaman kaybolmuştur? Şu anda nerededir? Neden uzun yıllar boyunca Yahudiler tarafından aranmaktadır? Ve en önemlisi de bulunacak mı?

Bu sorulara cevap vermeden önce, herkesin bilmesini istediğim bir konu var. Ahit sandığı ve ona dair tüm anlatılanlar “insanlar” tarafından yazılmıştır. Ahit sandığının gerçek olup olmadığı kesinlikle bilinmiyor. Bu konu tıpkı Atlantis diye bir kıtanın olup olmadığı tartışması gibidir. Platon ortaya “Atlantis kıtası var” diye bir laf atmıştır ve kırk akıllı yıllardır bu taşı o kuyunun dibinden çıkaramamıştır. Ahit sandığının akıbeti de aynen böyledir. 

Tarihe bakıyoruz, tarihsel yazılarda, tabletlerde böyle bir sandığın varlığına dair somut hiçbir bilgi yoktur. Kaldı ki tarih sahnesine çıktıklarından beri yaşadıkları şeyleri yazan bir toplum olan Mısır’da bile bu konuyla ilgili tek bir yazı bulunamamıştır. Ki Mısır yüzyıllardır Hz.Musa ve tevratta yazılanların doğru olup olmadığı araştırmalarına muhattap olmuştur. Piramitlerin didik didik edilmesi, firavunların mezarlarından çıkarılması, mumyalara dna testleri yapılması, en ufak bir hieografik yazının bile değerlendirilmesi, yer altı şehirlerinin ortaya çıkarılması sadece ve sadece Hz. Musa ve tevratta yazılanları teyit edebilmek içindir. Fakat ne Mısır tabletlerinde, ne de piramitlerin duvarlarında ya da herhangi bir yerde Hz. Musa ve onun yaşadığına dair hiçbir yazı, ima ya da buna benzer şeyler bulunamadı. Madem Hz. Musa ve ona inananlar büyük bir ayaklanma yaptı, madem Kızıldeniz ikiye bölündü o zaman böylesine büyük olaylar neden Mısır yazıtlarında yok? Düşündürücü!

İkincisi de ahit sandığının ne zaman ortaya çıktığı konusudur. Mısır'dan kaçtıklarında yanlarında mıydı, yoksa Kenan bölgesine gitmek için yola çıktıklarında, 40 yıl boyunca çölde dolaştıklarında mı çıktı ortaya? Eğer Mısır'dayken ellerinde böyle bir sandık varsa firavunun bu sandıktan haberi nasıl olmaz? Yok çölde ortaya çıktıysa, akasya ağacından içi dışı som altından bir sandığı çöl ortamında nasıl yaptılar? Bu da düşündürücü!

O halde elimizde başka bir klavuz olmalı değil mi? Peki, bu olayların olduğuna dair nerelerde yazılar var mesela? Kutsal kitaplarda! Yani, insan eliyle yazılmış, değiştirilmiş, oynanmış "kutsal" diye değer biçilen kitaplara bakıyoruz. Şu bab, bu ayet, şu sure. Ha buldu ha bulacaklar, bekleyip göreceğiz.  

(Aşağıda yazdıklarımın hepsi malûm çevrelerce ortaya atılmış iddialardır)


Öncelikle ilk sorudan başlayalım. Nedir Ahit Sandığı? Hz. Musa’nın Allah tarafından verilen on emirinin taş levhalar üzerine yazılmış hali bu sandıkta saklanmaktadır. Rivayetlere göre içinde on emir levhalarının haricinde, 40 yıllık çöl gezintisinde aç kalmamaları için Allah tarafından gönderilen besleyici bir yiyecek vardır adı “mana” dır. Hz. Harun’a ait asa vardır. Ahit sandığının neye benzediğiyle ilgili de birçok araştırmacının kendisine göre ortaya attığı tarifler mevcuttur.  Ben en çok kabul gören tarifi yazma taraftarıyım, çünkü bu tarife neredeyse herkes inanıyor. Anlatılanlara göre Ahit Sandığı akasya ağacından yapılmış, içi ve dışı altın kaplama bir sandıktır. Sandığın kapağında iki tane kanatlı melek figürü var ve meleklerin yüzü birbirine bakıyor. Dört köşesinde taşınabilmesi için aynen tabuta benzer uzun tutamaçları vardır.
Ahit Sandığı 

İkinci sorumuzu cevaplamaya başlayalım. Ne zaman kaybolmuştur? Bunun için de belirsiz, net olmayan iddialar ortaya atılır. 

Birinci iddia şudur; M.Ö 587 yılında Babil Kralı Nabukednazar’ın Yahuda Krallığını tarih sahnesinden sildiği dönemde kaybolmuştur. Nabukednazar, Süleyman Mabedini yerle bir etmiştir. Mabette taş taş üstünde bırakmayan Babilliler, oradan çıkan tüm kutsal eşyaları da yanlarına alarak Babil’e götürmüşlerdir. (Babil, şimdiki Irak topraklarında kurulmuş bir devletti. ) 

İkinci iddia şudur; M.S 70 yılında 2.Süleyman Mabedi Roma İmparatorluğu tarafından yerle bir edildi. Bu yıkımdan sonra ele geçirilen kutsal eşyalar alınarak İstanbul’a getirildi.

Bu iki iddianın yanı sıra 2009 yılında ortaya farklı bir iddia atıldı. Etiyopya (Eski Habeşistan) binlerce yıldır bu sandığın kendilerinde olduğunu söylemiştir. Etiyopya Başrahibi Vatikan’a giderek sandığı göstermiştir. Patrik de olayı doğrulamış ve sandığı gördüğünü ve fakat bütün dünyaya gösteremeyeceğini söylemiştir.
2009’da ortaya atılan iddialardan sonra tabii ki dünyaya bu söylentinin doğru olup olmadığına dair bir açıklama yapılmadı. Patrik sadece “Evet, bulduk ama kimseye gösteremeyiz çünkü bu normal insanların göremeyeceği bir sırdır” şeklinde açıklamayla geçiştirdiler. Sonuçta ahit sandığını gören yine yok.

Sandığı dünyanın her yerinde arıyorlar. Her deliğe de baktılar, bakmaya da devam ediyorlar. Fakat öyle 2 yer var ki bunların Türkiye topraklarında olduğuna inanıyorlar. Nereler mi? Birincisi Antakya, ikincisi ise Ayasofya.

Gelelim bu iddiaların çıkış noktalarına. Medyadan duymuşsunuzdur, 2017 yılında Tarsus’ta MİT ve Özel Kuvvetlerin eşliğinde bir kazı yapılmıştı. Yaklaşık 1 sene kadar sürmüş ve bir anda bitirilmişti. Kazı boyunca orada neler olup bittiği konusunda büyük bir sır perdesi yaşanmıştı. Hatta bu konuyla ilgili bir polis memuru intihar etmiş, karısı intihar olmadığını, kocasının bir suikast sonucu öldürüldüğünü iddia ederek elindeki belgeleri iç işleri bakanlığıyla paylaşmıştı. Gizemli kazı bir evin altında yapılmış, daha sonra kazı genişletilmiş neredeyse bir mahalleyi içine alacak şekilde büyütülmüştü. Kazı yapıldı, orada ne arandıysa bulundu ve çıkarıldı. Sonrası meçhul. Milletvekillerinden bile gizlenen bu olay sonrasında işin içinde Vatikan’ın da olduğu iddia ediliyor. Şu anda hiç kimse bu kazının amacını ve elde edilen bulguyu bilmiyor. Komplo teorisyenleri, buradan çıkan şeyin ahit sandığı olduğunu iddia ediyorlar.

Tarsus'daki Gizemli Kazı

Ve gelelim Ayasofya iddiasına. Hatırlayalım, Babil Kralı Nabukednazar Yahuda Krallığı’nı yakıp yıkmış, taş taş üstünde bırakmamış, kralı, ailesini, soyluları, önemli askerleri, rahipleri alarak Babil’e sürgüne göndermişti. Yaklaşık 70 yıl kadar sürgünde yaşayan Yahuda halkının imdadına Pers Kralı Kores koşmuştur. Pers Kralı Kores, Babil ile yaptığı savaşı kazandıktan sonra Yahudileri kendi topraklarına göndermiştir. Onlara 2. Kez mabetlerini yapmalarına yardım etmiş hatta bununla da kalmamış, Yahudi din adamlarıyla birlikte yok olup giden dinlerini yeniden canlandırabilmeleri için Tevrat’ı yazdırmıştır.
Olaylara bakar mısınız? Şimdinin İran’ı antik dönemde Pers İmparatorluğu, eskinin Yahuda Krallığı, şimdinin İsrail’ini yeniden diriltmek için canla başla çalışıyor. Bu durum antik çağda olabilecek en büyük kırılma noktalarından biri oluyor tabii, çünkü yıllarca Babil’de yaşayan Yahudi halk dini inançları yönünde yavaş yavaş asimile olmaya başlamışken bir anda kurtarıcı olarak karşılarına Pers Kralı Kores çıkıyor, onlara hem maddi hem de manevi yardımlarda bulunarak eski günlerine dönmelerini sağlıyor. Kudüs’e geri dönen Yahuda halkı, 2.mabetlerini yapmaya koyuluyorlar. Fakat ikinci mabette M.S 70 yılında Roma İmparatorluğu tarafından yıkılmıştır. İşte asıl Ayasofya macerası da burada başlıyor J

M.S 70 yılında Roma İmparatorluğu tarafından tekrar yıkılan Yahuda Krallığı, yaptıkları mabetle birlikte kutsal olan bütün eşyalarını da Romalı istilacılara kaptırdılar. Aynı zamanda Yahudilerin ciddi bir çoğunluğu çeşitli ülkelere göç ettiriliyor.  Kaptırdıkları kutsal eşyaların başında  Ahit Sandığı da vardı. Söylencelere göre, Bizans İmparatoru Constantine’nin annesi Helena, Kudüs’teki bütün kutsal emanetleri İstanbul’a getirtti. Uzun süre bu emanetler İstanbul’da kaldı. Aradan yüzyıllar geçtikten sonra Batı ve Doğu Roma İmparatorluğu olarak ikiye ayrıldılar. Doğu Roma'ya Bizans denildi. Batıda kalan Roma ülkesi ise yıllar sonra 1204’te İstanbul üzerine Haçlı Seferi düzenlediler. 1204 yılında yapılan Haçlı Sefer'i sadece kutsal emanetleri çalmak için yapılmıştır. Birçok hırsız ve çapulcu tayfasıyla birlikte bir takım karanlık adamlar da vardı. Bunlar basit mücevherleri değil, Ahit Sandığı’nı aradılar ama bulamadılar. Çapulcular İstanbul’dan çekildiklerinde her yer harabeye dönmüştü. İmparatorların mezarları paramparça edilmiş, kiliseler, saraylar,  su sarnıçları ve aklınıza ne kadar mekân geliyorsa her yer didik didik edilmişti. İstanbul’a getirilen kutsal emanetlerin çoğu Avrupalı çapulcular tarafından çalınmıştı. İstilacı ve yağmacılar buldukları her şeyi özellikle Vatikan’a, Venedik’e ve İtalya’nın diğer şehirlerine kaçırdılar. Ahit sandığı bulunamadığı için bir ayakları hep buradaydı.

İstanbul, 1453'te Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedildikten sonra olaylar çok farklı bir boyut kazandı. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u Osmanlı’nın başkenti yaptı. Daha sonra burada çeşitli araştırmalar başlattı. Nüfus sayımında İstanbul’da hiç de azımsanmayacak kadar fazla Venedikli yaşadığı ortaya çıkmıştı. Venedik 1204 yılında 4. Haçlı Seferini başlatan bir krallıktı. 4. Haçlı seferinde yağmalanan İstanbul’dan binlerle ifade edilen kutsal emaneti çalan casusların neredeyse tamamı Venedikliydi. 1204 yılından sonra İstanbul’a yerleşip burada hayatlarına devam eden asker, casus vardı. Hem de sayıları hiç yabana atılır gibi değildi. Yalnız bu Hristiyan âleminin iç çekişmelerinden haberdar olan çok zeki birisi vardı. O kişi tabii ki üstün zekâsıyla düşmez denilen İstanbul’u alan Fatih Sultan Mehmet’ti. Hristiyan ve Yahudi gizli örgütlerinin Ahit Sandığını aradıklarını biliyordu. Gizlilikle bu konunun üzerinde durdu. Daha sonra Fatih Sultan Mehmet’in çok stratejik hamleleri gelmeye başladı. İstanbul’a yerleştikten ve düzenin kurduktan sonra hedef Balkanlar ve Ege Adaları’ydı. Balkanlar ve Ege Adaları alınmış ve Osmanlı Devleti Venedik Krallığı ile sınır komşusu olmuştu. Sınır komşusu olmasının yanı sıra bir de Venedik Krallığı’nın ticaret yolları artık Osmanlı tarafından kapatılmıştı. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten tam 10 yıl sonra Venedik’le savaşa girdi. 16 yıl boyunca bu savaşlar ve çatışmalar devam etti. Sonunda bu işin yıllar boyu süreceğini ve hiçbir şey elde edemeyeceklerini anlayan Venedikliler Osmanlı ile anlaşmak istedi. Fatih Sultan Mehmet’in stratejisi tutmuştu. Sıra İstanbul’u talan eden millete verilecek cevaba gelmişti. Öncelikle tabi ki Venedik Osmanlı’ya vergi ödeyecekti. Fatih Sultan Mehmet’in en ilginç savaş talebi ise şu olmuştu, Venedik’in en becerikli ve usta ressamını İstanbul’a göndermelerini istedi. Venedik Kralı ülkesinin en becerikli ressamını seçip İstanbul’a gönderdi. Gelecek ressam ilk  ve son kez Fatih Sultan Mehmet’in portresini yapacak olacak Gentile Bellini olacaktı.

Şimdi konunun en can alıcı noktasına gelmiş bulunuyoruz. Çünkü ressam Gentile Bellini, 16 yıl İstanbul’da kaldı. Bunun sebebi ise Fatih Sultan Mehmet’in onun gerçekten yetenekli bir ressam olup olmadığını kendi gözleriyle görmek istemesiydi. Yıllar boyu saray efradının, çiçeğin böceğin resimlerini yaptırdıktan sonra “Tamam, artık benim portremi yapabilirsin,” demesiyle yeşil ışık yakmıştı. Bellini, Fatih Sultan Mehmet’in portresini yaptı. Ama portre aynı zamanda ahit sandığını İstanbul’dan aşırmak isteyen Avrupalı ülkelere okkalı bir cevaptı. Bakın Fatih Sultan Mehmet Avrupalı ülkelere bir portre resmiyle ne anlatmak istemişti;
Bellini'nin yaptığı Fatih Sultan Mehmet portresi

Fatih Sultan Mehmet, o portesinde kemeri olan iki sütunun ortasında yan durmuştur. Arkası karanlıktır, önünde balkona benzer bir çıkıntı vardır ve çıkının üzerinde değerli taşlar olan bir kumaş asılıdır. İlk bakışta kemerli iki sütun bir pencere gibi görünüyor değil mi? İyi ama bu iki sütunda neyin nesi dersiniz? Ayasofya’yı mı, Topkapı Sarayını mı kastediyor? Hayır, ikisi de değil. Pencere falan da değil, bu tasvir Süleyman Mabedinin Jakin ve Boaz diye bilinen giriş sütunlarıdır. 



Süleyman Mabedinin girişindeki iki sütunun resme dâhil edilmesi, Avrupalılara verilmiş bir gözdağıdır aslında, yani aradığınız şey bende, ayağınızı denk alın demektedir. Portrenin altında sağ tarafında görünen tarih 20 Kasım 1480. Yani Fatih ölmeden 6 ay önce!

Resmin yapılmasından 6 ay sonra Fatih Sultan Mehmet zehirlenerek öldürülmüştür. Onu zehirleyen kişi de İtalya’dan Osmanlı’ya iltica edip sonradan Müslüman olan Yahudi Maestro Jacopo’dur, yani sonradan Yakup Paşa olan bir doktor. (Yavaş yavaş taşlar yerine oturuyor mu?)


Şimdi artık gelelim Ahit Sandığı’nın Ayasofya’da olma iddiasına. Fatih Sultan Mehmet, yaptırdığı bu portrede aslında Avrupa ülkelerine, özellikle Vatikan’a bir mesaj gönderiyordu. Aradığınız şey bende, ayağınızı denk alın demek istiyordu. Fakat bu tehdit Avrupalı kralların harekete geçmesine, sandığı daha bir hevesle aramasına sebep oldu sonrasında Fatih Sultan Mehmet zehirlenerek öldürüldü.

Fatih Sultan Mehmet’ten sonra ahit sandığı gizemini korumaya devam etti ta ki Kanuni Sultan Süleyman’ın süt kardeşi Yahya Efendi’ye kadar. Yahya Efendi’nin Ortaköy’de bir dergâhı vardı. Yahya Efendi, Hz. Yuşa’nın mezarının olduğu noktayı bulan kişi olduğu biliniyor. Hz. Yuşa’nın kemiklerinin olduğu inanılan noktada ahit sandığının da bulunduğu iddia edilir. Bulunan ahit sandığının Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Sarı Selim tarafından Ayasofya’ya gizlenmiştir diye bir iddia vardır.

Bütün bu anlattığım olayların iddialardan ibaret olduğunu görüyorsunuz. Ahit Sandığının Yahudiler tarafından çok önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Bizler de onların hayallerini süsleyenin ne olduğunu ve nerede olduğunu bilmediğimiz, 2500 yıldır ortalıkta görünmeyen, henüz olduğu bile ispatlanmamış bir sandığın peşinde koşturuluyoruz.

Dinler tarihine baktığımızda sadece Hz. Muhammed’in ve ailesinin mezarlarının olduğunu, diğer dinlerin peygamberlerinin mezarlarının nerede olduğunun bile belli olmadığını belirtmek isterim. Ne Hz. Musa’nın, ne Hz. İsa’nın mezarları ortalıkta yoktur. Ortada bir ahit sandığı masalı dönüyor ama 2500 yıldır onu gören yok. Ahit Sandığını bulmak için dünyanın altını üstüne getirdiklerini biliyoruz. Dünyada yapılan bütün savaşların sebebinin de bu sandığı bulmak amacıyla yapıldığını belirtirsem, ne söylemek istediğimi anlarsınız.

Ben inançsız bir insan değilim ama bu tip masallara inanmayacak kadar da bilinçliyim. Neden mi, ahit sandığına inanan örgütlerin mehdi ve mesih inancını yaydığını, dünyayı kıyamete zorladıklarının farkındayım. Bu inançlarını pekiştirmek için başvuru noktalarının yine bu örgütlerin mensupları olduğunu gördükçe inanın insanlarımızın imanını sorguluyorum. Soruyorum, gerçekten inanıyor musunuz? Mısır’dan kaçtıklarından beri dünyanın din inancına damgasını vuran ve bütün dünyayı yöneten bir topluluğun yaydığı her bilgiye inanmak onların dinlerine iman değil midir?

Lütfen bu konuyu düşünün. Binlerce yıldır bizlere sunulan bilgileri, öğrendiğimiz, inandığımız her şeyi ciddi anlamda sorgulamamızın zamanı geldi. Çünkü artık yeni bir dünya sistemine geçiyoruz. Ve her ne hikmetse yeni sistemi de “onlar” getirecek. Bize verilenlerle yetinip, bizleri yönetmek istedikleri gibi yönetmelerine izin verecek miyiz? Yoksa binlerce yıldır anlattıkları hikâyeleri düşünüp mantıksızlıklarını görüp halkanın dışında mı kalacağız?

Ahit Sandığı neden uzun yıllar aranmıştır sorusuna gelince; 40 yıl boyunca çölde dolaşıp duran bir halk, peygamberleri Sina Dağı’na çıkıp 10 emri aldığı dönemde, Musa’nın artık gelmeyeceğine inanmış, kendilerini terk ettiğine dair dedikodular çıkarmışlardır. Kendilerini yalnız hissedip putlar yapmışlar ve yeniden putlara tapmaya başlamışlardır. Mısır’dan kaçarken Musa onların gözünde bir kurtarıcıydı. Onları örgütlemiş, önden gitmiş, Mısır’dan kaçırmış ve önderlik etmişti. Kurtarıcı inancı bu toplulukta hep vardı zaten. Hep bir millete tâbi olmuşlar, o milletin içinde asimile olup yaşamışlar ve kendilerini bu durumdan kurtaracak birini beklemişlerdir. Önceleri Mısır’da yaşadılar ve oradan onları Musa kurtardı. Sonra Babil’e sürgün edildiler, oradan onları Pers Kralı Kores kurtardı, ardından diğer sürgünler geldi. Avrupa’nın çeşitli ülkelerine dağıldılar, orada da baskı hissettiler. O ülkelerde de onları başkaları kurtardı. Almanya, İtalya, İngiltere, Fransa, İspanya ve gittikleri birçok ülkede aynı kaderi yaşadılar. Mehdi ve Mesih inancının beyinlerine nasıl yerleştiğini ve onların da bizlere nasıl empoze ettiğini görebiliyor musunuz?

Gelelim ahit sandığının bulunup bulunamayacağına; varsa bulunur J Yoksa? Varmış gibi yapmaya devam edilir. İnanç böyle bir şeydir işte, olmayan bir şey varmış gibi inanılır ve sonsuza kadar böyle devam eder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

90'ların en çok izlediğim yabancı dizileri

İlkokula giderken TRT’de yayınlanan diziler vardı. Okuldan eve gelir gelmez hemen derslerimi yapar dizilerin başlamasını dört gözle bekler...