Eminim çoğunuz günlük yaşantınızda internette aramalar
yaparken, youtube kanalında videolarda, tv ekranlarındaki tartışma
programlarında, gittiğiniz kitapçılarda muhakkak görmüş, duymuş ya da merak
etmişsinizdir. Bilhassa ezoterik bilgileri merak edenleriniz bu konuyu bir
şekilde didiklemiştir. Bu iki kelime ortaya çıktığında nedense insanlarda ya
bıkkınlık (aşırı duymaktan) ya da merak uyandırıyor. Çünkü son zamanlarda bu
iki kelime sürekli dile getirilir oldu. Hangi iki kelimeden mi bahsediyorum?
Ahit Sandığı tabii ki…
Ne olduğuyla ilgili birçok kişi fikirler öne sürüyor,
çıkarımlar, hipotezler ortaya atıyor. İnsan düşünmeden edemiyor. Durup dururken ahit sandığıyla
ilgili bu kadar program, konuşma ya da yazı neden yapılıyor? Bu “şeyi” gören olmadığı için benim ve birçok insana göre hayali bir şeymiş gibi geliyor. Yahudilerin tarihini inceleyen, merak eden herkes muhakkak Ahit Sandığı’nı duymuş ya da okumuşlardır.
Çünkü anlattıkları bütün din hikâyesinin ana karakteri aslına bakarsanız odur.
Musa’nın halkıyla birlikte Mısır’dan kaçması, 40 sene çölde kalmaları, orada yaşadıkları
maceralar, Hz. Harun, Hz. Süleyman, Hz. Davud ve diğer tüm anlatılarda ille de ahit
sandığı geçer. Fakat anlatılan hikâyelerin gerçek olup olmadığıyla ilgili hiç kimsenin
bir fikri yoktur. Kutsal olarak addettikleri kitaplarda yazan anlatılarda ahit
sandığının olduğunu iddia ederler. Çünkü “inanırlar” inandıkları için de
sorgulamazlar. Ne olduğunu asla görmedikleri ama var olduğuna inandıkları bir
nesneye iman ederler. M.Ö 587 yılından beri kayıp olduğunu iddia ederler.
Yaklaşık 2500 yıldır yok olan bir şeyin bir gün Mehdi tarafından bulunacağına,
mehdinin gelip dünyayı kurtaracağına iman ederler.
Peki, nedir bu ahit sandığı? Ne zaman kaybolmuştur? Şu anda
nerededir? Neden uzun yıllar boyunca Yahudiler tarafından aranmaktadır? Ve en
önemlisi de bulunacak mı?
Bu sorulara cevap vermeden önce, herkesin bilmesini
istediğim bir konu var. Ahit sandığı ve ona dair tüm anlatılanlar “insanlar”
tarafından yazılmıştır. Ahit sandığının gerçek olup olmadığı kesinlikle
bilinmiyor. Bu konu tıpkı Atlantis diye bir kıtanın olup olmadığı tartışması
gibidir. Platon ortaya “Atlantis kıtası var” diye bir laf atmıştır ve kırk akıllı
yıllardır bu taşı o kuyunun dibinden çıkaramamıştır. Ahit sandığının akıbeti de
aynen böyledir.
Tarihe bakıyoruz, tarihsel yazılarda, tabletlerde böyle bir sandığın varlığına dair
somut hiçbir bilgi yoktur. Kaldı ki tarih sahnesine çıktıklarından beri yaşadıkları şeyleri yazan bir toplum olan Mısır’da bile bu konuyla ilgili tek bir yazı
bulunamamıştır. Ki Mısır yüzyıllardır Hz.Musa ve tevratta yazılanların doğru olup olmadığı araştırmalarına muhattap olmuştur. Piramitlerin didik didik edilmesi, firavunların mezarlarından çıkarılması, mumyalara dna testleri yapılması, en ufak bir hieografik yazının bile değerlendirilmesi, yer altı şehirlerinin ortaya çıkarılması sadece ve sadece Hz. Musa ve tevratta yazılanları teyit edebilmek içindir. Fakat ne Mısır tabletlerinde, ne de piramitlerin duvarlarında ya da
herhangi bir yerde Hz. Musa ve onun yaşadığına dair hiçbir yazı, ima ya da buna benzer şeyler bulunamadı. Madem Hz. Musa ve ona inananlar büyük bir ayaklanma yaptı, madem Kızıldeniz ikiye bölündü o zaman böylesine büyük olaylar neden Mısır yazıtlarında yok? Düşündürücü!
İkincisi de ahit sandığının ne zaman ortaya çıktığı konusudur. Mısır'dan kaçtıklarında yanlarında mıydı, yoksa Kenan bölgesine gitmek için yola çıktıklarında, 40 yıl boyunca çölde dolaştıklarında mı çıktı ortaya? Eğer Mısır'dayken ellerinde böyle bir sandık varsa firavunun bu sandıktan haberi nasıl olmaz? Yok çölde ortaya çıktıysa, akasya ağacından içi dışı som altından bir sandığı çöl ortamında nasıl yaptılar? Bu da düşündürücü!
O halde elimizde başka bir klavuz olmalı değil mi? Peki, bu olayların olduğuna dair nerelerde yazılar var mesela? Kutsal kitaplarda! Yani, insan eliyle yazılmış, değiştirilmiş, oynanmış "kutsal" diye değer biçilen kitaplara bakıyoruz. Şu bab, bu ayet, şu sure. Ha buldu ha bulacaklar, bekleyip göreceğiz.
(Aşağıda yazdıklarımın
hepsi malûm çevrelerce ortaya atılmış iddialardır)
Öncelikle ilk sorudan başlayalım. Nedir Ahit Sandığı? Hz. Musa’nın
Allah tarafından verilen on emirinin taş levhalar üzerine yazılmış hali bu sandıkta saklanmaktadır. Rivayetlere göre içinde on emir levhalarının haricinde, 40 yıllık çöl
gezintisinde aç kalmamaları için Allah tarafından gönderilen besleyici bir
yiyecek vardır adı “mana” dır. Hz. Harun’a ait asa vardır. Ahit sandığının neye
benzediğiyle ilgili de birçok araştırmacının kendisine göre ortaya attığı
tarifler mevcuttur. Ben en çok kabul
gören tarifi yazma taraftarıyım, çünkü bu tarife neredeyse herkes inanıyor.
Anlatılanlara göre Ahit Sandığı akasya ağacından yapılmış, içi ve dışı altın
kaplama bir sandıktır. Sandığın kapağında iki tane kanatlı melek figürü var ve
meleklerin yüzü birbirine bakıyor. Dört köşesinde taşınabilmesi için aynen
tabuta benzer uzun tutamaçları vardır.
![]() |
Ahit Sandığı |
İkinci sorumuzu cevaplamaya başlayalım. Ne zaman
kaybolmuştur? Bunun için de belirsiz, net olmayan
iddialar ortaya atılır.
Birinci iddia şudur; M.Ö 587 yılında Babil Kralı
Nabukednazar’ın Yahuda Krallığını tarih sahnesinden sildiği dönemde kaybolmuştur.
Nabukednazar, Süleyman Mabedini yerle bir etmiştir. Mabette taş taş üstünde
bırakmayan Babilliler, oradan çıkan tüm kutsal eşyaları da yanlarına alarak
Babil’e götürmüşlerdir. (Babil, şimdiki Irak topraklarında kurulmuş bir
devletti. )
İkinci iddia şudur; M.S 70 yılında 2.Süleyman Mabedi Roma İmparatorluğu
tarafından yerle bir edildi. Bu yıkımdan sonra ele geçirilen kutsal eşyalar
alınarak İstanbul’a getirildi.
Bu iki iddianın yanı sıra 2009 yılında ortaya farklı
bir iddia atıldı. Etiyopya (Eski Habeşistan) binlerce yıldır bu sandığın
kendilerinde olduğunu söylemiştir. Etiyopya Başrahibi Vatikan’a giderek sandığı göstermiştir. Patrik
de olayı doğrulamış ve sandığı gördüğünü ve fakat bütün dünyaya gösteremeyeceğini
söylemiştir.
2009’da ortaya atılan iddialardan sonra tabii ki dünyaya bu
söylentinin doğru olup olmadığına dair bir açıklama yapılmadı. Patrik sadece “Evet,
bulduk ama kimseye gösteremeyiz çünkü bu normal insanların göremeyeceği bir sırdır” şeklinde açıklamayla
geçiştirdiler. Sonuçta ahit sandığını gören yine yok.
Sandığı dünyanın her yerinde arıyorlar. Her deliğe de baktılar, bakmaya da devam ediyorlar. Fakat öyle 2 yer var ki bunların Türkiye topraklarında olduğuna inanıyorlar. Nereler mi? Birincisi
Antakya, ikincisi ise Ayasofya.
Gelelim bu iddiaların çıkış noktalarına. Medyadan duymuşsunuzdur, 2017 yılında Tarsus’ta MİT ve Özel
Kuvvetlerin eşliğinde bir kazı yapılmıştı. Yaklaşık 1 sene kadar sürmüş ve bir
anda bitirilmişti. Kazı boyunca orada neler olup bittiği konusunda büyük bir
sır perdesi yaşanmıştı. Hatta bu konuyla ilgili bir polis memuru intihar etmiş,
karısı intihar olmadığını, kocasının bir suikast sonucu öldürüldüğünü iddia
ederek elindeki belgeleri iç işleri bakanlığıyla paylaşmıştı. Gizemli kazı bir
evin altında yapılmış, daha sonra kazı genişletilmiş neredeyse bir mahalleyi
içine alacak şekilde büyütülmüştü. Kazı yapıldı, orada ne arandıysa bulundu ve
çıkarıldı. Sonrası meçhul. Milletvekillerinden bile gizlenen bu olay sonrasında
işin içinde Vatikan’ın da olduğu iddia ediliyor. Şu anda
hiç kimse bu kazının amacını ve elde edilen bulguyu bilmiyor. Komplo
teorisyenleri, buradan çıkan şeyin ahit sandığı olduğunu iddia ediyorlar.
![]() |
Tarsus'daki Gizemli Kazı |
Ve gelelim Ayasofya iddiasına. Hatırlayalım, Babil Kralı
Nabukednazar Yahuda Krallığı’nı yakıp yıkmış, taş taş üstünde bırakmamış, kralı,
ailesini, soyluları, önemli askerleri, rahipleri alarak Babil’e sürgüne
göndermişti. Yaklaşık 70 yıl kadar sürgünde yaşayan Yahuda halkının imdadına
Pers Kralı Kores koşmuştur. Pers Kralı Kores, Babil ile yaptığı savaşı
kazandıktan sonra Yahudileri kendi topraklarına göndermiştir. Onlara 2. Kez
mabetlerini yapmalarına yardım etmiş hatta bununla da kalmamış, Yahudi din
adamlarıyla birlikte yok olup giden dinlerini yeniden canlandırabilmeleri için
Tevrat’ı yazdırmıştır.
Olaylara bakar mısınız? Şimdinin İran’ı antik dönemde Pers
İmparatorluğu, eskinin Yahuda Krallığı, şimdinin İsrail’ini yeniden diriltmek
için canla başla çalışıyor. Bu durum antik çağda olabilecek en büyük kırılma
noktalarından biri oluyor tabii, çünkü yıllarca Babil’de yaşayan Yahudi halk
dini inançları yönünde yavaş yavaş asimile olmaya başlamışken bir anda
kurtarıcı olarak karşılarına Pers Kralı Kores çıkıyor, onlara hem maddi hem de
manevi yardımlarda bulunarak eski günlerine dönmelerini sağlıyor. Kudüs’e geri
dönen Yahuda halkı, 2.mabetlerini yapmaya koyuluyorlar. Fakat ikinci mabette
M.S 70 yılında Roma İmparatorluğu tarafından yıkılmıştır. İşte asıl Ayasofya
macerası da burada başlıyor J
M.S 70 yılında Roma İmparatorluğu tarafından tekrar yıkılan
Yahuda Krallığı, yaptıkları mabetle birlikte kutsal olan bütün eşyalarını da
Romalı istilacılara kaptırdılar. Aynı zamanda Yahudilerin ciddi bir çoğunluğu çeşitli ülkelere göç ettiriliyor. Kaptırdıkları kutsal eşyaların başında Ahit Sandığı da
vardı. Söylencelere göre, Bizans İmparatoru Constantine’nin annesi Helena,
Kudüs’teki bütün kutsal emanetleri İstanbul’a getirtti. Uzun süre bu emanetler
İstanbul’da kaldı. Aradan yüzyıllar geçtikten sonra Batı ve Doğu Roma
İmparatorluğu olarak ikiye ayrıldılar. Doğu Roma'ya Bizans denildi. Batıda kalan Roma ülkesi ise yıllar sonra 1204’te İstanbul üzerine Haçlı Seferi
düzenlediler. 1204 yılında yapılan Haçlı Sefer'i sadece kutsal emanetleri çalmak için yapılmıştır. Birçok
hırsız ve çapulcu tayfasıyla birlikte bir takım karanlık adamlar da
vardı. Bunlar basit mücevherleri değil, Ahit Sandığı’nı aradılar ama
bulamadılar. Çapulcular İstanbul’dan çekildiklerinde her yer harabeye dönmüştü.
İmparatorların mezarları paramparça edilmiş, kiliseler, saraylar, su sarnıçları ve aklınıza ne kadar mekân
geliyorsa her yer didik didik edilmişti. İstanbul’a getirilen kutsal emanetlerin
çoğu Avrupalı çapulcular tarafından çalınmıştı. İstilacı ve yağmacılar
buldukları her şeyi özellikle Vatikan’a, Venedik’e ve İtalya’nın diğer
şehirlerine kaçırdılar. Ahit sandığı bulunamadığı için bir ayakları hep buradaydı.
İstanbul, 1453'te Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedildikten
sonra olaylar çok farklı bir boyut kazandı. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u
Osmanlı’nın başkenti yaptı. Daha sonra burada çeşitli araştırmalar başlattı. Nüfus sayımında İstanbul’da hiç de azımsanmayacak kadar fazla Venedikli yaşadığı ortaya
çıkmıştı. Venedik 1204 yılında 4. Haçlı Seferini başlatan bir krallıktı. 4. Haçlı
seferinde yağmalanan İstanbul’dan binlerle ifade edilen kutsal emaneti çalan
casusların neredeyse tamamı Venedikliydi. 1204 yılından sonra İstanbul’a
yerleşip burada hayatlarına devam eden asker, casus vardı. Hem de
sayıları hiç yabana atılır gibi değildi. Yalnız bu Hristiyan âleminin iç
çekişmelerinden haberdar olan çok zeki birisi vardı. O kişi tabii ki üstün
zekâsıyla düşmez denilen İstanbul’u alan Fatih Sultan Mehmet’ti. Hristiyan ve
Yahudi gizli örgütlerinin Ahit Sandığını aradıklarını biliyordu. Gizlilikle bu
konunun üzerinde durdu. Daha sonra Fatih Sultan Mehmet’in çok stratejik
hamleleri gelmeye başladı. İstanbul’a yerleştikten ve düzenin kurduktan sonra
hedef Balkanlar ve Ege Adaları’ydı. Balkanlar ve Ege Adaları alınmış ve Osmanlı
Devleti Venedik Krallığı ile sınır komşusu olmuştu. Sınır komşusu olmasının
yanı sıra bir de Venedik Krallığı’nın ticaret yolları artık Osmanlı tarafından
kapatılmıştı. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten tam 10 yıl sonra
Venedik’le savaşa girdi. 16 yıl boyunca bu savaşlar ve çatışmalar devam etti.
Sonunda bu işin yıllar boyu süreceğini ve hiçbir şey elde edemeyeceklerini
anlayan Venedikliler Osmanlı ile anlaşmak istedi. Fatih Sultan Mehmet’in
stratejisi tutmuştu. Sıra İstanbul’u talan eden millete verilecek cevaba
gelmişti. Öncelikle tabi ki Venedik Osmanlı’ya vergi ödeyecekti. Fatih Sultan
Mehmet’in en ilginç savaş talebi ise şu olmuştu, Venedik’in en becerikli ve
usta ressamını İstanbul’a göndermelerini istedi. Venedik Kralı ülkesinin en
becerikli ressamını seçip İstanbul’a gönderdi. Gelecek ressam ilk ve son kez Fatih Sultan Mehmet’in portresini
yapacak olacak Gentile Bellini olacaktı.
Şimdi konunun en can alıcı noktasına gelmiş bulunuyoruz.
Çünkü ressam Gentile Bellini, 16 yıl İstanbul’da kaldı. Bunun sebebi ise Fatih
Sultan Mehmet’in onun gerçekten yetenekli bir ressam olup olmadığını kendi
gözleriyle görmek istemesiydi. Yıllar boyu saray efradının, çiçeğin böceğin
resimlerini yaptırdıktan sonra “Tamam, artık benim portremi yapabilirsin,”
demesiyle yeşil ışık yakmıştı. Bellini, Fatih Sultan Mehmet’in portresini yaptı.
Ama portre aynı zamanda ahit sandığını İstanbul’dan aşırmak isteyen Avrupalı
ülkelere okkalı bir cevaptı. Bakın Fatih Sultan Mehmet Avrupalı ülkelere bir
portre resmiyle ne anlatmak istemişti;
![]() |
Bellini'nin yaptığı Fatih Sultan Mehmet portresi |
Fatih Sultan Mehmet, o portesinde kemeri olan iki sütunun
ortasında yan durmuştur. Arkası karanlıktır, önünde balkona benzer bir çıkıntı
vardır ve çıkının üzerinde değerli taşlar olan bir kumaş asılıdır. İlk bakışta kemerli
iki sütun bir pencere gibi görünüyor değil mi? İyi ama bu iki sütunda neyin
nesi dersiniz? Ayasofya’yı mı, Topkapı Sarayını mı kastediyor? Hayır, ikisi de
değil. Pencere falan da değil, bu tasvir Süleyman Mabedinin Jakin ve Boaz diye
bilinen giriş sütunlarıdır.
Süleyman Mabedinin girişindeki iki sütunun resme
dâhil edilmesi, Avrupalılara verilmiş bir gözdağıdır aslında, yani aradığınız
şey bende, ayağınızı denk alın demektedir. Portrenin altında sağ tarafında
görünen tarih 20 Kasım 1480. Yani Fatih ölmeden 6 ay önce!
Resmin yapılmasından 6 ay sonra Fatih Sultan Mehmet
zehirlenerek öldürülmüştür. Onu zehirleyen kişi de İtalya’dan Osmanlı’ya iltica
edip sonradan Müslüman olan Yahudi Maestro Jacopo’dur, yani sonradan Yakup Paşa
olan bir doktor. (Yavaş yavaş taşlar yerine oturuyor mu?)
Şimdi artık gelelim Ahit Sandığı’nın Ayasofya’da olma
iddiasına. Fatih Sultan Mehmet, yaptırdığı bu portrede aslında Avrupa
ülkelerine, özellikle Vatikan’a bir mesaj gönderiyordu. Aradığınız şey bende, ayağınızı
denk alın demek istiyordu. Fakat bu tehdit Avrupalı kralların harekete
geçmesine, sandığı daha bir hevesle aramasına sebep oldu sonrasında Fatih
Sultan Mehmet zehirlenerek öldürüldü.
Fatih Sultan Mehmet’ten sonra ahit sandığı gizemini korumaya
devam etti ta ki Kanuni Sultan Süleyman’ın süt kardeşi Yahya Efendi’ye kadar.
Yahya Efendi’nin Ortaköy’de bir dergâhı vardı. Yahya Efendi, Hz. Yuşa’nın
mezarının olduğu noktayı bulan kişi olduğu biliniyor. Hz. Yuşa’nın kemiklerinin
olduğu inanılan noktada ahit sandığının da bulunduğu iddia edilir. Bulunan ahit
sandığının Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Sarı Selim tarafından Ayasofya’ya
gizlenmiştir diye bir iddia vardır.
Bütün bu anlattığım olayların iddialardan ibaret olduğunu
görüyorsunuz. Ahit Sandığının Yahudiler tarafından çok önemli olduğunu hepimiz
biliyoruz. Bizler de onların hayallerini süsleyenin ne olduğunu ve nerede
olduğunu bilmediğimiz, 2500 yıldır ortalıkta görünmeyen, henüz olduğu bile
ispatlanmamış bir sandığın peşinde koşturuluyoruz.
Dinler tarihine baktığımızda sadece Hz. Muhammed’in ve
ailesinin mezarlarının olduğunu, diğer dinlerin peygamberlerinin mezarlarının
nerede olduğunun bile belli olmadığını belirtmek isterim. Ne Hz. Musa’nın, ne
Hz. İsa’nın mezarları ortalıkta yoktur. Ortada bir ahit sandığı masalı dönüyor
ama 2500 yıldır onu gören yok. Ahit Sandığını bulmak için dünyanın altını
üstüne getirdiklerini biliyoruz. Dünyada yapılan bütün savaşların sebebinin de
bu sandığı bulmak amacıyla yapıldığını belirtirsem, ne söylemek istediğimi
anlarsınız.
Ben inançsız bir insan değilim ama bu tip masallara
inanmayacak kadar da bilinçliyim. Neden mi, ahit sandığına inanan örgütlerin
mehdi ve mesih inancını yaydığını, dünyayı kıyamete zorladıklarının farkındayım.
Bu inançlarını pekiştirmek için başvuru noktalarının yine bu örgütlerin mensupları
olduğunu gördükçe inanın insanlarımızın imanını sorguluyorum. Soruyorum,
gerçekten inanıyor musunuz? Mısır’dan kaçtıklarından beri dünyanın din inancına
damgasını vuran ve bütün dünyayı yöneten bir topluluğun yaydığı her bilgiye
inanmak onların dinlerine iman değil midir?
Lütfen bu konuyu düşünün. Binlerce yıldır bizlere sunulan
bilgileri, öğrendiğimiz, inandığımız her şeyi ciddi anlamda sorgulamamızın
zamanı geldi. Çünkü artık yeni bir dünya sistemine geçiyoruz. Ve her ne
hikmetse yeni sistemi de “onlar” getirecek. Bize verilenlerle yetinip, bizleri
yönetmek istedikleri gibi yönetmelerine izin verecek miyiz? Yoksa binlerce yıldır anlattıkları hikâyeleri düşünüp mantıksızlıklarını görüp halkanın dışında mı kalacağız?
Ahit Sandığı neden uzun yıllar aranmıştır sorusuna gelince;
40 yıl boyunca çölde dolaşıp duran bir halk, peygamberleri Sina Dağı’na çıkıp
10 emri aldığı dönemde, Musa’nın artık gelmeyeceğine inanmış, kendilerini terk
ettiğine dair dedikodular çıkarmışlardır. Kendilerini yalnız hissedip putlar
yapmışlar ve yeniden putlara tapmaya başlamışlardır. Mısır’dan kaçarken Musa
onların gözünde bir kurtarıcıydı. Onları örgütlemiş, önden gitmiş, Mısır’dan
kaçırmış ve önderlik etmişti. Kurtarıcı inancı bu toplulukta hep vardı zaten.
Hep bir millete tâbi olmuşlar, o milletin içinde asimile olup yaşamışlar ve
kendilerini bu durumdan kurtaracak birini beklemişlerdir. Önceleri Mısır’da
yaşadılar ve oradan onları Musa kurtardı. Sonra Babil’e sürgün edildiler,
oradan onları Pers Kralı Kores kurtardı, ardından diğer sürgünler geldi. Avrupa’nın
çeşitli ülkelerine dağıldılar, orada da baskı hissettiler. O ülkelerde de
onları başkaları kurtardı. Almanya, İtalya, İngiltere, Fransa, İspanya ve gittikleri birçok
ülkede aynı kaderi yaşadılar. Mehdi ve Mesih inancının beyinlerine nasıl
yerleştiğini ve onların da bizlere nasıl empoze ettiğini görebiliyor musunuz?
Gelelim ahit sandığının bulunup bulunamayacağına; varsa bulunur J
Yoksa? Varmış gibi yapmaya devam edilir. İnanç böyle bir şeydir işte, olmayan
bir şey varmış gibi inanılır ve sonsuza kadar böyle devam eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder