Mumu üflerken dilek diledim. Gözlerimi
kapatıp hımmmm hım hım hımm diye bir şeyler mırıldanıp geçtim. Ben dâhil
dünyadaki 7 milyar insan mutlaka dilek diler. Aşk, iş ve
para, bu üç dilek vazgeçilmezimizdir değil mi? Kızlar kendisine koca
isterken hep aynı kıstasları söyler, “Zengin olsun, parası olsun, evi, arabası
olsun…” Bu kıstaslar belirlendikten sonra fiziksel özellikleri saymaya
geçilir. Uzun boylu, şöyle 1,80 cm, böyle yeşil gözlü, yakışıklı… Farkında
olmadan hepimiz aynı kişiyi tarif ederiz. Erkekler her zaman multi trilyoner olup bütün kadınlara sahip olmak ister. Dünyanın en pahalı arabalarını, yatlarını ve katlarını almak ister. Okuldan mezun olduğumuz an
ilk düşüncemiz iş bulup çalışmak ve para kazanmaktır. Evlenince tek derdimiz
evimize ekmek götürmek, evi geçindirmektir. İş kurduğumuzda aklımız tek bir
şeye kilitlenir, para para para. Hepimiz birer Warren Buffet, Bill Gates, Mark
Zuckemberg olacağımızı zannederek finans dünyasına adımımızı atarız.
![]() |
Zenginlik |
Şahsen ben 40 senedir Hıdırellezlerde
gül ağacının altına, Kudüs’te ağlama duvarının tuğlalarının içine, Ganj
Nehri’ne küllerini savurmak suretiyle dünyanın dört bir köşesinde dileklerimi bıraktım. Eminim çok zengin olacağım, bundan hiç kuşkum yok. Sizi bilemem,
zengin olabilmek için benim kadar dilek dilediniz mi, ya da dünyanın en egzotik
noktalarına dileklerinizi attınız mı ya da savurdunuz mu hiç? Sonuçta bütün
çabam kendim içindi. Mutlaka birinden biri tutacak değil mi?
Fakat bunca senedir yaptığım tüm
dualar, ritüeller bir işe yaramadı sanırım. Sıkıldım ve bu işin püf noktasını
çözmeye karar verdim. Madem para bana gelmiyor, ben paraya gideyim dedim.
İnanır mısınız üniversitede İktisat okuyarak parayı anlama yönünde ilk adımı attım. Mezun olduktan sonra hiç olmazsa onu biraz anlayabilmeyi başardım. Sizin gibi “neden zengin olamıyorum?” diye kendi
kendimi bitirmiyorum artık, çünkü bu işin nasıl yürüdüğünü çözdüm. Asıl olay zengin
olmak değil, paranın geçmişini ve geleceğini bilmekte yatıyor. Ben paranın
geçmişini biliyorum, geleceğini de tahmin edebiliyorum. Gerçekleri öğrenince
suratınızın orta yerine şöyle okkalı bir şaaaak diye tokat yiyorsunuz ama inanın bir süre sonra acısı da geçiyor.
Para kazanmanın bin bir türlü
yolu var ama iki yöntem en bilindik ve herkesin kolayca yapabileceği yöntemdir.
Çoğumuz bu iki yöntemle para kazanıyoruz. 1.si çalışarak alnımızın
teriyle kazanmak, 2.si de çalarak kazanmak. Alnının teriyle çalışıp para
kazanan da, hırsızlık yaparak kazanan da farkında olmadan kendilerine biçilen
görevleri yerine getiriyor aslında.
“Farkında olmadan” dememin bir sebebi var elbette, çünkü neyi nasıl kazandığımızın farkında değiliz. Başlıkta Paranın Büyüsü dememin sebebi de bu,
yani “farkında olmadan” yapıyoruz, büyülenmiş gibiyiz.
Hepimiz şöyle düşünebiliriz. "O kadar zenginim ki, her şeyi satın alabilirim." Ben paranın büyüsünü bildiğim için bunu çok basit bir yöntemle yapabilirim.
Hepimiz şöyle düşünebiliriz. "O kadar zenginim ki, her şeyi satın alabilirim." Ben paranın büyüsünü bildiğim için bunu çok basit bir yöntemle yapabilirim.
Anlatayım da nasıl olduğunu görün. Hemen bir Merkez Bankası kurarım. Bankamdan 100
birimlik para basarım. (Bu para birimine de bir isim verelim, isimsiz
olmasın yazıktır.) Dolar yerine örneğin AZTEK diyelim. Piyasada sadece 100 Aztek vardır. Sıra Aztek'i piyasaya sürmeye geldi. Reklamımı yaparım. Reklamı gören bir firma sahibi
gelir ve benden bu parayı ister. Ben de ona, “Sana bu 100 Aztek’i veririm ama
karşılığında bana faiz ödeyeceksin,” derim. Bu kişi bana aylık %10 faiz vermeyi kabul eder.
Dolayısıyla bu kişi ay sonunda bana 10 Aztek borçlu olacak. Ama bir problem var,
ınınınnn. İşte zurnanın zırt dediği nokta burası, nedir o problem? Ben piyasaya
sadece 100 Aztek sürmüştüm, ortada 110 Aztek yok ki! E bu şahıs bana
10 Aztek’i nasıl ödeyecek? Tahmin edin bakalım, ay sonunda bu kişi bana 110
Aztek’i nasıl verebilir? Siz bunu düşünürken ben de size birkaç tüyo falan
vereyim, belki tahminlerde bulunur kendinizi mutlu hissedersiniz.
Benden 100 Aztek’i alan firma 110 Aztek borçlandı. 110
Aztek’i bir şekilde bulup bana vermek zorunda, yoksa ne olur? Faiz
uygulamaya devam ederim ve her ay %10 faizi işletmeye başlarım. Her ödeyemediği ay bir %10 daha arttırırım. Yılsonunda bana borcu ne olur? Borç ne kadar
olursa olsun, bu borç ödenemez. İşte bu şekilde kişiyi kendime “köle” edebilirim. Firma sahibi bankam için daha çok çalışmak, daha çok fedakârlık yapmak zorunda kalır. Bana borcunu ödeyemediği
her geçen ay, aslında bana ait olmaya başlar. Ben ne dersem onu yapmak zorundadır. Bir sene
sonra borçlarını ödeyemediği için firmaya el koyarım. Firmanın tüm mal
varlığı benim olur. Nasıl? Zenginlik için bir adım atıldı değil mi?
Dünya bu sistemle yönetiliyor ve sistemin adı PARA
DİNİ, evet yanlış okumadınız bu sistem ekonomik bir sistem değil.
Bildiğiniz din. Hani şu Musevilik, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet diye
bilinen dinler var ya, bu sistem de bütün dinleri içine alan devasa ölçeklerde
bir din. İnandığımız bütün dinlerin var oluşsal dayanağı Para Dinidir. Merkezde
Para Dini vardır, etrafında da diğer dinler döner. İnanmak
istemiyorsunuz değil mi? Hayııırrr, böyle şey olmazzz diye bana sövüp
duruyorsunuz. Pekâlâ, haydi sizinle kelime oyunu oynayalım ne dersiniz?
Ben yetiştiğim çevreden örnek vereceğim, iyi bildiğim şeyler
üzerinden yaparsam iyi olur. Kelimelerin gücüne hep inanmışımdır, gerçekten bazen bir kelime birden çok anlam taşır. Anlamını anlamak istemediğimiz kelimelere ne demeli? Haydi Arapçadan gidelim, ne dersiniz?
Din kelimesinin Arapça anlamı borçtur. İbadet kelimesinin
fiil kökü ibade’den gelir. İbade’nin Arapça anlamı da bilin bakalım nedir? İbade fiilinin anlamı köledir. Dinlerin
tamamı inananlara borç yükler. Bu borç kavramı Tanrı, Allah ya da Rab denilen
bir varlığa karşı ibadet etme üzerine kuruludur. Yani bizler dinlerin köleleri olarak
Tanrı’ya borcumuzu ödemekle mükellefizdir. Borcumuzu birtakım ayinlerle,
ritüellerle, ya da buna benzer tapınma şekilleriyle ödediğimizi düşünürüz. İbadetlerimizi yapmamanın yaptırımları vardır. Mesela günahkâr olup, cennete alınmayacağımızı düşünürüz. Bütün dinlerin insanlara
yüklediği bir borç olduğunu görebilirsiniz. İnsanlar da inandıkları hangi din
olursa olsun onun kendisine biçtiği borcu ödemeye programlanmıştır. Dinlerin
kendilerine ait kitapları vardır. Bu kitaplarda yazılan çoğu şeyler aslında
birbirinin aynısı ya da devamıdır. Kitaplarda yazan yasaklar ve kurallar bizleri düşünmeden onları kabullenmeye iter. Biat dediğimiz şey de budur. Biatın Arapçada sözcük anlamına bakın, bey'at olarak geçer. Bey: Satmak, At: satın almak anlamındadır. Garip değil mi? Bu kelime Türkçe'ye çevrilirken biat olarak geçmiş. Onun anlamı da "müridin şeyhinden alacağı emirlere tam bağlı kalacağına dair yemin etmesidir"
Kitaplar neden var sorusu geliyor akla? Bu kitapları kutsal yapan nedir? İçinde yazan hikâyeler mi? Yasaklar mı? Kurallar mı?
O halde aslında aynı şeylere inanıp, farklı yorumlardan ibaret olan dinlerin neyin üzerine kurgulandığını size anlatayım da biraz aydınlanın.
Kitaplar neden var sorusu geliyor akla? Bu kitapları kutsal yapan nedir? İçinde yazan hikâyeler mi? Yasaklar mı? Kurallar mı?
O halde aslında aynı şeylere inanıp, farklı yorumlardan ibaret olan dinlerin neyin üzerine kurgulandığını size anlatayım da biraz aydınlanın.
Paranın din olduğunu az önce belirttim. Paraya inanan
insanlar ona taparlar. Tapınan insanlar için zenginsen cennettesin, çünkü
bolluk içinde yaşarsın. Fakirsen cehennemdesin, çünkü yokluk içinde yaşarsın.
İnsanları paraya tapmaya zorlamıyorlar, biz bunu kendi istediğimizle yapıyoruz.
Bütün dileklerimiz para isteme üzerinedir. Dua ederken bile şöyle demiyor
muyuz? Allahım, “Çok zengin olayım, kocam zengin olsun, babamdan miras kalsın,
yolda para bulayım, öyle bir iş yapayım ki köşeyi döneyim…” Bütün bunların
hepsi gerçekte olmayan ama bizim varmış gibi düşündüğümüz bir kâğıt parçasına
yüklediğimiz kocaman bir değerdir. Zamanımızın çoğunu para kazanmak için kafa
yormakla geçiririz. Hayatımızın tamamını para kazanmaya adarız. Adeta paranın
köleleri olduğumuz halde bunu sürekli inkâr ederiz.
Paranın bir din olduğunun en büyük kanıtını yukarıda verdiğim
100 Aztek parası örneğiyle açıkladım. Daha iyi
pekiştirilsin diye 100 Aztek üzerinden devam etmek istiyorum. Bu dinin
tapınakları Merkez Bankalarıdır. Rahipleri Bankacılardır. Ayinleri ise kurban
vermek üzerindir. Tıpkı ezoterik inançlarda Tanrılara kurban edilen adaklara
benzer. Kurban nasıl veriliyor, bir de onu açıklayayım. Merkez Bankaları borç
verdiği insanlardan faiz alır. (100 Aztek alıp 110 Aztek ödemek gibi) Faizi ödeyemeyen insanlar bankalara borçlanır. Borç katlandıkça bankaya
bağımlılığımız artar. Süre dolduğunda da bu sistemin içindeki şirket, holding,
kişi vb. iflas eder. İşte bu iflas bayrağını çeken kişi ya da kurum, aslında
Tanrılara verilen bir kurbandır.
![]() |
Tapınak |
Elimizde, cebimizde ya da cüzdanımızda tuttuğumuz para
denilen metalar bizlere ait değildir. Yukarıda anlattığım hikâyedeki gibi,
akıllının biri kalkıp 100 dolar basar ve insanları kendine köle yapar. Yani Para, kâğıdın üzerini basıp, ona alım gücü
yüklemeyi akıl edenlere aittir, bize değil. Keyifleri isterse kâğıdın
üzerine 100 yazarlar, keyifleri isterse de 1000 yazarlar, bu tamamen onların inisiyafindedir. Bir kâğıt parçasının diledikleri gibi değer değiştirmesine Tanrısal güçler atfediyorlar. “Ol
deriz ve olur” bu ifadeyi hepiniz bir yerden hatırlıyorsunuzdur. Evet, tabii ki onlar ol diyor ve bir
anda değersiz gibi görünen kâğıt parçası “para” oluveriyor. Bizler de o kâğıtları kazanmak için onlara ibadet ederiz. Bundan dolayı
kendilerine “Masters of the universe” diyorlar. Yani “EVRENİN EFENDİLERİ”
Bir takım aklı evveller çıkıp para dinin kurucularına MAVİ
KAN falan diyorlar, en matrak şey de budur. İngiltere Kraliçesi ve ailesi,
Rockshild ailesi, Rockefeller ailesi mavi kanmış! Ha şunu da unutmayayım, yeni
bir şey daha çıkardılar, Reptilian. Reptilian kelimesini yazarken açıkçası çok eğleniyorum. Mavi kan yetmemiş olacak ki, paranın
sahiplerine bu kez reptilian yakıştırması yapıyorlar. Açıkçası bu yakıştırmalar ve
övgüler zır cahillerin uydurduğu saçmalıklardan başka hiçbir şey değil. Gelelim gerçeği açıklamaya, paranın
sahiplerine neden mavi kan deniliyor biliyor musunuz? Mürekkep yüzünden. Ciddi söylüyorum, mavi
mürekkebi kâğıtlara döktüklerinde bir anda değersiz kâğıtlar değerlenmiyor mu?
Dünyadaki 7 milyar insan o kâğıtlar için hayatımızı yollarına sermiyor muyuz?
Bir ağaçtan üretilen kâğıda 100 yazdıklarında 100 dolar, 1000 yazdıklarında da
1000 dolar oluveriyor. Mavi mürekkebin nelere kadir olduğunu gördünüz mü? İşte
bu yüzden onlara mavi kan deniliyor. Yoksa geçmişleri ne Anunnakilere ne de Reptilianlara dayanmıyor. Onları başımızın üzerine koyup
Tanrısallaştıran da biz saftirikleriz aslında
![]() |
Reptilian |
Bütün dünya ülkelerin merkez bankaları vardır. Merkez bankalarının
sahipleri yine bu arkadaşlardır. Yalnız üç tane ülkenin merkez bankası bu
ailelere ait değildir. Üç ülkeyi yazdığımda şaşıracaksınız. Neden bu ülkelerin dünyadan
izole edildiklerini ve neden sürekli savaş tehditleri aldıklarını da şıp diye
kavrayacaksınız. Merkez bankaları kendilerine ait olan ülkeler, İran,
Kuzey Kore ve Küba'dır… Siz şimdi bu üç ülkenin geçmişine ve onlara çektirilen sıkıntılara doğru yolculuk yapa
durun, ben Türkiye’nin Merkez Bankasının sahiplerini açıklayayım.
Elinizi cebinize ya da cüzdanınıza atıp bir kâğıt, bir de
madeni para çıkarın. Şimdi sizden bu iki çeşit paraya dikkatle bakmanızı
istiyorum. Kâğıt paranın üzerinde şu ibare yazılıdır, “TÜRKİYE CUMHURİYET
MERKEZ BANKASI” madeni paranın üzerinde şu ibare yazılıdır, “TÜRKİYE
CUMHURİYETİ MERKEZ BANKASI”
Bir dakika düşünüp ikisinin arasındaki farkı bulmaya çalışın
lütfen. Farkı anlatayım; kâğıt parada CUMHURİYET
yazar, madeni parada ise CUMHURİYETİ
yazar. Sonundaki “i” harfi aidiyeti
ifade etmek için kullanılır. Madeni paralar Türkiye darphanesinde basılır ve
bize aittir. Peki kâğıt paralar? İşte orada biraz duralım. Bu kısım çok uzun ve
biraz kafa karıştırıcıdır. Bundan dolayı size özetleyeyim, kâğıt para bize ait değil,
yalnızca küçük bir kısmına hakimiz. Kâğıt paramız çok uluslu bankalara ve
şirketlere ait. İstediğimiz zaman ihtiyacımız kadar para basamayız.
![]() |
Kağıt Para |
![]() |
Madeni Para |
Herkesin bildiği klasik para masalının nasıl olduğunu
bilirsiniz. Parayı Frigyalılar buldu. Kâğıt para ilk kez Çin’de basıldı. Antik
çağlarda para yerine altın ve gümüş kullanılırdı. Evet, bu hikâyede tek gerçek
olan şey, kâğıt para çıkmadan önce altın ve gümüş para olarak kullanılıyor olmasıdır.
Çünkü bu madenler değerliydi. Aslında şimdi de değerli
ama biz bu iki maden yerine kâğıdı tercih ediyoruz. Her zaman daha az
değerli olanı yüceltmek gibi boş işleri kendimize görev addediyoruz, çünkü kölelik bunu gerektirir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder