14 Şubat 2016 Dünya Saçmalıklar Günü.
Delilik bu yaşadığım.
![]() |
George Orwell |
Hiç kimseye anlatamadığım bir derdim var benim. Anlatsam beni ciddi ciddi dinlerler mi acaba? Açıkçası yaşadığım her şeyden sıyrılıp, bir de kocaman cesaret yüklenip bir bir anlatacağım içimde biriktirdiklerimi.
Her şeyi göze alarak ayaklarımın beni götürdüğü yere gideceğim. İçeri girmeden önce bana "1 saat süren var diyecek" çünkü terapinin raconu böyle. Bir şeyler anlat. Anlat ki senin derdini anlayayım. Tam dilimin ucuna kadar gelecek ama vazgeçeceğim. Çünkü anlayacağım ki, kafamda dönüp duran büyük patlamaları anlayacak kimse yok şu koskoca dünyada.
Doktora garip garip bakmaya başlayacağım. Surat ifadelerini takmayacağım bile. Karşısına geçip oturdum ya, mutlaka kendince bir isim koyacak duygularımın yoğunluğuna. Duygu geçişlerime bir başlık atacak, sonra da o başlığa uygun ilaçlar yazacak. Bunları iç, 1 ay sonra gel, tekrar konuşalım diyecek.
O bunları söylerken ben karşısındaki koltukta oturuyor olacağım. Onun sorduğu soruları yanıtlarken, aynı zamanda içimden ona gizli cevaplar vereceğim.
"Bak dostum, sana bir şey söyleyeyim mi? Benim kafamda dönüp duran duygulara sen bir isim taktın ya hani, hah işte o taktığın isim sensin! Masanın üstünde hararetle bana söylenerek yazdığın reçetedeki ilaçları al, k..çına sok! Benim o ilaçları içmeye niyetim yok aslan parçası. Seni gölgesinden korkan normal insan seni!"
"Sen anlarsın be!"
Kendi kendime sesli mırıldanmışım. Mırıldanırken sesimin duyulduğunu anlamadım. Doktor öğütler sıralarken, özenle karaladığı reçeteden başını kaldırarak, kaşlarının altından bana bakmaya başladı.
"Bir şey mi dediniz?"
İçimden ona okkalı cevaplar veriyordum. "O pörtlek gözünü devire devire bana bakacağına işine bak sen. Tek bildiğiniz ilaç yazıp göndermek. Beni biraz dinleseydin, anlayabilseydin eminim o ilaçları kendin içerdin."
Yüzüme hesap sorar gibi bakmaya devam etti. Hiç umursamadım. Sanki bana o soruyu sormamış, ben de hiç duymamışım gibi ayaklarımı sallamaya başladım. Uzun uzun bakıp, istediği tepkiyi alamayınca, başını "Hasbinallah" der gibi sağa sola çevirdi. İşte o anda gözümün önünden bir film şeridi geçmeye başladı.
O, reçeteyi döktüre döktüre yazarken ben bir anda ayağa fırlayıp, yumruğumu masasına çarpıyorum. Fiyuu, ama nasıl bir artistik hareketler var ya, Behzat Ç. yanımda sıfır kalır. Sonra dudağımı büzerek ona "O küçücük kâğıda hayat hikâyeni mi yazıyorsun dokturrr?" diyerek elinden aldığım gibi reçeteyi on parçaya bölüp paramparça ediyorum. Ve inadına da pis pis sırıtarak gözlerinin önünde kafasından aşağıya konfeti döker gibi karman çorman yapıp masasının üstüne dağıtıyorum. Masanın üstü kağıt parçalarıyla doluyor. Düzen manyağı, obsesif, takıntılı bir doktoru deli eden karışıklık oluyor. Düşünebiliyor musunuz bu manzarayı?
Gözümün önünden geçen bu film şeridi nedense çok hoşuma gidiyor. "Hey Allah'ım ya!" diyerek yandan yandan gülmeye başlıyorum.
Doktor bu sefer kafasını iyiden iyiye kaldırıp, gözlerini kısarak bana bakmaya başladı. Ne var, ne oldu dercesine yüzüme alaycı alaycı bakıyordu. Sen misin o ifadeyi kullanan? Onun sırıtmasına gülerek cevap verdim. Bazen küçücük bir şeyin ardından en büyüğünü yaparsanız, kimse sizin attığınız adımı atmaya cesaret edemez ya. İşte şimdi o durumdayım. Bu yöntem çok işe yarıyor, ciddi söylüyorum. Çünkü ben bunu hep yapıyorum.
Şöyle başımı hafif sağa çevirerek, boş boş gülmeye devam ettim. Doktor yüzümün bu alaycı halini görür görmez şoka uğradı. Tabii, bu durum karşısında birazdan çıldırma raddesine gelecekti, haberi yoktu zavallının.
"Bir şey mi oldu?" diye sordu. Ah ah, işte beklediğim o kutsal soru da geldi. Kafam hızlı çalışır. İçimden "Hey Allah'ım ya, daha ne olsun be adam? Henüz sana derdimi anlatmamışım, yarım saat lak lak ettikten sonra hemen ilaç yazmaya başladın, daha ne diyeyim sana? Böyle teşhis mi konulur? Dur biraz, yavaş gel. Yani 1 saatlik seansın yarım saatini ana adı, baba adı, adres, telefon numarasıyla geçirip, yarım saatini de full ilaç yazmaya adayınca, insan ufaktan ya sabır çekiyor be kardeşim," dedim. İçimden tabii, az önce ifade etmiştim değil mi?
Ama onun "Bir şey mi oldu?" sorusunu duymamazlıktan geldim.
Sağ bacağımı sol bacağımın üstüne attım. Koltukta yaylana yaylana oturmaya başladım. Ohh, sanki evimdeymişim gibi iyice yayıldım. Kollarımı da birbirine bağladım. Dudaklarımı iyice sıktım. Durdum durdum dudağımı salıverdim. Tabii bir anda bırakınca tiz bir şaklama sesi çıktı. Bunu bilerek yaptım. Sanki tatlı yemişim de, tadı damağımda kalmış gibiydi bu. Doktor şaklama sesine dondu kaldı. Kafasını bana çevirince artık dayanamadım.
"Yahu doktor, o reçeteye döktürdüğün ilaçları gidip yandaki eczaneden alacaktım ama bir sorun var," dedim.
Doktorun gıdısı sinirsel olarak atmaya başladı. Dişlerini sıkıyordu, fark ettim. Dilinin ucu, dişlerinin aralık kısmından çıka çıka cevap verdi.
"Neymiş o sorun?"
"Onları aldığım gibi sana yedireceğim. Bunu bilmek istersin diye düşündüm," dedim. Yalnız öylesine rahat, öylesine vurdum duymaz, öylesine umursamazdım ki benim keyfim doruk noktasına, onun ki de yerin dibine çöktü. Ben zevkten dört köşeyken, o bildiğiniz üçgen oldu.
Zavallı şey, ona gelen her hastanın böyle tepkiler verdiğini bir düşünsenize. Adam kanser olur. Sana çaresizce koşarak gelen, bir ton derdi olan, o dertlerini karşında bülbül gibi şakıyan, sonra da bunun üstüne bir ton para bayılan her "hasta" ona envayı çeşit laf soksa, kafamdan şip şak hesaplıyorum 4 ayda tımarhanelik olur.Ama işte, psikoloji denen meret de öyle bir şey ki, masanın diğer tarafında sakin sakin oturmaya hiç benzemiyor. Garibim aldığı diplomanın hakkını vereceğim tavrıyla vakur bir çizgide seyrediyor. Vakur, ciddi, sakince, ilgili gibi, aslında 1 saat sonra cebine girecek parayı düşünmekten helak olmuşcasına, psiko analiz sorularıyla debelenen...
Dakikalar sonra yazmayı kesti, ellerini masanın üzerine koydu. Yazı yazdığı kalem sağ elinin işaret parmağıyla, orta parmağının arasında duruyordu. Gözlerinden anladım ki içinden "Ya sabır" çekiyor. Hani kaşı gözü oynamasa cidden etkilenmedi diyeceğim ama yok yani.
"Bu ilaçları size yazdım, çünkü benim bunlara ihtiyacım yok. Sizin ruh sağlığınız için yazdım. Düzenli bir şekilde bunları içmeniz lazım," dedi.
İşte şimdi faka bastı. Canına ot tıkayacağım senin.
"Doktor bey, sorry ama benim ruh sağlığım bozuk değil. Siz neye istinaden bunları yazdınız, lütfen söyleyin bana."
"Bakın..."
Doktor kalem tuttuğu elini bir şey açıklayacakmış gibi yaptı. Ama ben atladım hemen,
"Lann..."
Afedersiniz, biraz küfürbazımdır. Haksızlıklara karşı içimden bir canavar çıktığı doğrudur. O canavar bazen beni ele geçiriyor ve küfürbaz halini alabiliyor. İşin acı tarafı bu canavarı bazen ben bile zapt edemiyorum. Zaten öyle de bir derdim yok. Bence küfür, üst düzey hakaret biçimidir. Salt adrenalin enerjisiyle şarj oluyor. Bir kere ağızdan dökülmeye başladığı zaman durdurabilene aşk olsun.
"Lan" la başlayan küfür tamlaması karşısında bir psikolog doktorun tepkisi nasıl oluyormuş, onu da birazdan göreceğim. Bakalım senin bana yaptığın testlere benziyor muymuş? Senin ruh sağlığın bu durumu nasıl absorbe edecek. Topu göğsünde yumuşatarak pası bana mı atacaksın, yoksa sol ayağınla alıp direk kaleye mi atacaksın? Hadi bakalım.
"Lütfen ama, bu tarz konuşmalar hiç hoş değil yalnız." (Topu göğüste yumuşatma hareketidir bu.)
"Yerim lan senin lütfenini..."
Dedikten sonra sağ elimi o sinirle kaldırıp, beş parmağımı da pergel misali açarak konuşmaya devam ediyorum. Şah damarımın o anlarda boğaz kısmından nasıl fırlamış olabileceğini düşünmek bile istemiyorum. Varın siz hayal edin. O bacak bacağın üstüne atmış, gelin gibi sus pus oturan kız gitti, yerine doktorun boğazına sarılmamak için kendini zor tutan asabi kız geldi. En son şu cümleyi kurdum.
"O elinin altında sıkı sıkı tuttuğun kağıt parçasını havaya kaldır bakalım. Kaldır, kaldırsana be!"
Sesimin cüretkârlığından, içimden taşan canavarın gittikçe kendini ortaya atmak için kendini gösterme telaşından, yüzümün aldığı şeklin korkunçluğundan, vücudumun savaşa hazır asker moduna geçmesinden etkilenen doktor, istemeye istemeye reçeteyi parmaklarının ucunda yavaşça yukarı doğru kaldırdı.
Cırtlak sesimle bağırdım.
"Yırt!"
Yüzüme aval aval baktı.
"Yırt dedim sana!"
Korkunun yarattığı gerilim, yukarı fırlayan adrenalin seviyesi, gerçek anlamda delirme noktasına gelen saldırganlık görüntüsü karşısındaki bilinmeyenler onu telaşa soktu. Adem elmasının aşağı yukarı hareket ettiğini gördüm. Dilinin üstünde biriken tükürük salgısını yutak borusundan aşağıya itiyordu. Yutkunma sonrası boğazdan çıkan o garip "guluk" sesi bütün odanın duvarlarına çarparak yankı yaptı.
Haksızlıktan, umursanmamaktan, sadece "yürüyen para" olarak görünmekten, basite alınmaktan, acımasızca teşhis konulup kafası hastalıklı olarak nitelenmekten gözü dönen bir insanın neler yapabileceğini tahmin edebilir misiniz?
Ben olsam böyle bir durumda yazı tura atmazdım. Çünkü olasılık hesabına bakarsanız her şey %50 - %50' dir. Ya o anda korkunuzdan yutkunduğunuz gırtlağınıza biri yapışıp onu deşecek, ya da bir şey olacak ve bir anda sakinleşecek. Sakinleşmesi için beklenen o "ilahi şey" ne olabilir? Vahiy mi? Vahyin gelme olasılığını hesaplayalım isterseniz. Bu riske girmeye değer mi? Bana sorarsanız hayat memat meselesiyse, değmez!
Doktor da o anda en akıllıca olan olasılığı seçerek akıllı olduğunu gösterdi. Zaten ondan delilik beklemiyordum. O kadarını yemez! Gözleri yuvalarından çıkacak gibi bana bakarken, kesinlikle benim aklımdan geçen olasılıkları düşünmüştür. En azından gözlerimden okumuştur.
Benimle inatlaşmayı bıraktı. İnatlaşmak gibi bir seçeneği olmadığını biliyordu. Reçeteyi korkudan titreyen elleriyle tıpkı gözümün önünden geçen film şeridindeki gibi yırttı. Bir eksikle tabii, konfeti gibi başından aşağıya dökmedi.
Sonra sakinlik bastı bütün vücudumu. Yine eski sakin halime geri döndüm. Bana bakarken ağzından tek kelime çıkmadı. Anlaşılan bir an önce basıp gitmemi bekliyordu. Ona ne şüphe. Yalnız benim söyleyeceklerim bitmedi.
"Bana bak doktor! Buraya geldim, oturttun beni işe alım yapar gibi sorular sordun bana. Yarım saat ağzının ucuyla vız vız bir şeyler eveledin geveledin. Son yarım saatini de gözlerini devire devire reçete yazmaya ayırdın. Bu böyle olmaz doktor, böyle olmaz."
Doktor benim sakinliğimden cesaretle en ince sesiyle bana laf yetiştirdi.
"Ama ben size rahatsızlığınızla ilgili standart test soruları sordum."
"He evet, sizin için herkes standart mı? Biri diğerinden farklı değil mi? Saçma sapan sorularla mı beni tedavi edeceksiniz?"
"Ama bu sorulara verdiğiniz cevaplarla teşhis koydum zaten."
"Yanlış, asıl şimdi koy teşhisini."
"Nasıl yani?"
"Az önce ufakcık bir korku filmi yaşattım ya sana, belki fark etmişsindir. Hatta korkudan kendi ellerinle yazdığın reçeteyi yırttırdım. İşte şimdi teşhisini koy bakalım."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder